ßAYRAMINIZ---------------MUßAREK-------------OLSUN
 
TevhiD ve SunneT
Es Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berekatuhu..Hosgeldiniz. Allah Günahlarımızı Bagıslasın ve Bizleri Cennetine Koysun  
  بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ ANA SAYFA
  İletişim
  Ziyaretçi defteri
  Link listesi
  Namazdan sonra topluca yapılan tesbihat
  BuLuĞ-uL MeRaM
  Çalgı Aletleri
  BiDaT'LaR
  Namazı Terketmenin Hükmü
  Boncuklarla Tesbih
  İstihare Namazında Yapılan Bidatler
  EHLİ Sunnenin Bidat Hakkındaki Tavsiyeleri
  EZAN Duasındaki Bidat
  Fasık ve Bidat Ehlinin Arkasında Namaz ?
  Cocuklar Hakkındaki Hurafeler !!
  Kadınlar ve Hurafe
  Mümin Kadınlara Özel Uyarılar !!!
  Dört Mezhep İmamının iTikatı Aynıdır.!!
  Cennete Götüren Yollar..
  FıKıH
  Kabir Ziyaretiyle ilgili Bidat'ler..
  Kabrin Üzerine Bina Yapmak..
  Kabir'de Dua
  Kabir'de Kur'an Okumak!!!
  Mezhep Taassubu!
  Kandil Geceleri _1_
  Kandil Geceleri _2_
  Mirac Kandili Kutlamaları!
  MEVLİD
  Mescid'leri Süslemek!
  Bidat Tevessül
  Mutezile Hakkında!
  RABITA Şirktir..
  Sahte CEZBE!
  Şirke Düşmekten Korkmak!
  Veda Hutbesi
  Bir Bebeğin Günlüğü
  Kur'anı Nasıl Tefsir Etmeliyiz.!!
  Allahın Dostları ile Seytanın Dostları Arasındaki Fark.!!!_1_
  Allahın Dostları ile Seytanın Dostları Arasındaki Fark.!!!_2_
  Allahın Dostları ile Seytanın Dostları Arasındaki Fark.!!!_3_
  Allahın Dostları ile Seytanın Dostları Arasındaki Fark.!!!_4_
  Allahın Dostları ile Seytanın Dostları Arasındaki Fark.!!!_5_
  Zuhru Ahir Namazı..
  Yeme ve İçme Adabı..
www.kitapyurdu.com'dan satın al www.kitapyurdu.com'dan satın al
Allahın Dostları ile Seytanın Dostları Arasındaki Fark.!!!_1_

ALLAH DOSTLARI İLE ŞEYTANIN DOSTLARI ARASINDAKİ FARK

 

 

 

 

Yazan

Şeyhul-İslam ibn-i Teymiyye

 

Tercüme

Harun Yıldırım B g

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ÖNSÖZ

   

 

Rabbim! Bana kolaylaştır ve Tamamlamayı Nasip Et!

 

  

   Hamd Allah içindir. O’ndan yardım ister, hidayet ve bağışlama-sını talep ederiz. Nefislerimizin şerlerinden ve amellerimizin kötülük-lerinden O’na sığınırız. Allah’ın hidayet verdiğini (doğru yola ilettiğini)  saptıracak, saptırdığına da hidayet verecek yoktur. Biz şehadet ederiz ki Allah’dan başka ilah yoktur ve yine şehadet ederiz ki Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem O’nun kulu ve Resulüdür. Hak olan bir din, hûda ve dinin hepsini açıklamak için Resulünü göndermiştir. Allah şahit olarak yeter.

 

     Rasûlünü kıyamete yakın bir saatte müjdeleyici, uyarıcı, O’nun izniyle Allah’a davet eden, karanlığı aydınlatan bir ışık ve dalâletten (sapıklıktan) doğru yola ileten olarak göndermiştir. O’nunla kör gözleri görür hale getirdi ve O’nunla kullarını günâhlardan temizledi. Kör gözleri O’nunla gördürdü, sağır kulakları O’nunla işittirdi ve (kararmış kalpleri) O’nunla parlattı. O’nunla hak ile bâtılın, hidâyet ile sapıklığın, doğruyla eğrinin, mü’minler ile kâfirlerin, mutluluk içindeki Cennet Ehli ile sıkıntılı Cehennem Ehli’nin ve Allah’ın dostlarıyla Allah’ın düşmanlarını birbirinden ayırt etti. Ve Allah’ın dostlarıyla Allah’ın düşmanlarını beyân etmiştir.

 

     Hz. Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem- bir kimse için onun Allah’ın Dostları’ndan olduğuna dâir şâhitlik ederse o Rahman’ın dostlarındandır. Kimin içinde onun Allah’ın düşmanlarından biri olduğuna dâir şâhitlik ederse o Şeytan’ın dostlarındandır.

 

     Allah -Subhânehu ve Teâlâ- Kitabı’nda ve Nebisi -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in sünnetinde Allah’ın insanlardan dostları olduğu gibi, şeytanın da insanlardan dostları olduğunu açıklamıştır. Ve Rahman’ın dostlarıyla şeytanın dostlarını ayırt etmiştir.

 

 

 

 ﴿  أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُم يَحْزَنُونَ . الَّذِينَ آمَنُواْ وَكَانُواْ يَتَّقُونَ لَهُمُ الْبُشْرَى فِي الْحَياةِ الدُّنْيَا وَفِي الآخِرَةِ لاَ تَبْدِيلَ لِكَلِمَاتِ اللّهِ ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ ﴾

 

 

     Haberiniz olsun ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur; mahzûn olacaklar da onlar değildir. Onlar, îman edenler ve takvaya ermiş olanlar-dır. Dünya hayatında da âhiret hayatında da müjde onlaradır. Allah’ın sözlerinde hiçbir değişme yoktur. İşte en büyük kurtuluş budur .﴿  [1]

 

 

  ﴿   اللّهُ وَلِيُّ الَّذِينَ آمَنُواْ يُخْرِجُهُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّوُرِ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ أَوْلِيَآؤُهُمُ الطَّاغُوتُ يُخْرِجُونَهُم مِّنَ النُّورِ إِلَى الظُّلُمَاتِ أُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ﴾

 

Allah, inananların dostudur; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Küfredenler ise, onların dostları tağutlardır ve onları aydınlıktan karanlıklara çıkarırlar. Bunlar, cehennem ashabı olup, orada dâimîdirler.﴿ [2]

    

 ﴿      يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاء بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ.  فَتَرَى الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ يُسَارِعُونَ فِيهِمْ يَقُولُونَ نَخْشَى أَن تُصِيبَنَا دَآئِرَةٌ فَعَسَى اللّهُ أَن يَأْتِيَ بِالْفَتْحِ أَوْ أَمْرٍ مِّنْ عِندِهِ فَيُصْبِحُواْ عَلَى مَا أَسَرُّواْ فِي أَنْفُسِهِمْ نَادِمِينَ .  وَيَقُولُ الَّذِينَ آمَنُواْ أَهَـؤُلاء الَّذِينَ أَقْسَمُواْ بِاللّهِ جَهْدَ أَيْمَانِهِمْ إِنَّهُمْ لَمَعَكُمْ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فَأَصْبَحُواْ خَاسِرِينَ .  يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَن يَرْتَدَّ مِنكُمْ عَن دِينِهِ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّهُ بِقَوْمٍ يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لآئِمٍ ذَلِكَ فَضْلُ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ .   إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ .  وَمَن يَتَوَلَّ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ فَإِنَّ حِزْبَ اللّهِ هُمُ الْغَالِبُونَ﴾

 

    Ey îman edenler! Yahudîleri ve hırısiyanları kendinize dost edinmeyin. Onlar biribirlerinin dostudurlar. İçinizden her kim onları dost edinirse, o onlardandır. Allah, şüphesiz, zâlim kimseleri doğru yola iletmez.

     Kalplerinde bir hastalık bulunan (münafık) ların “başımıza bir felâket gelmesinden korkuyoruz” diyerek (yahudilerin) arasında koşuştularını gö-rürsün. Fakat mümkündür ki, Allah, kendi katından bir zafer, yahut bir emir getirir de, onlar da, içlerinde gizledikleri şeyden dolayı pişman olurlar.

     Îman edenler ise, “sizinle beraber olduklarına dâir, Allah’a bütün güç-leriyle yemin edenler bunlar mı? “ derler. Onların bütün amelleri boşa git-miş ve kendileri de hüsrana uğrayanlardan olmuşlardır.

     Ey îman edenler! İçinizden her kim, dininden dönerse, (böylelerine karşı) Allah, öyle bir kavim getirir ki, kendisi onları sever, onlar da Allah’ı severler; mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı güçlüdürler. Allah yolunda savaşırlar; ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. İşte bu, Allah’ın dilediğine verdiği bir fazîlettir. Allah, ihsânı bol, her şeyi hakkıyla bilendir.

     Sizin asıl dostunuz Allah’tır. Rasûlüdür ve (Allah’ın emirlerine) bo-yun eğerek namazlarını dosdoğru kılıp zekâtlarını veren mü’minlerdir.

     Bu itibarla, her kim, Allah’ı, Rasûlünü ve îman edenleri dost edinirse, işte dâima gâlip gelecek olanlar, Allah tarafını tutanlardır.﴿ [3]

 

 ﴿   هُنَالِكَ الْوَلَايَةُ لِلَّهِ الْحَقِّ هُوَ خَيْرٌ ثَوَاباً وَخَيْرٌ عُقْباً

 

 “ İşte bu durumda yardım, yalnız hak olan Allah’a âittir; O, sevab yönünden daha hayırlıdır; âkıbet yönünden de daha hayırlıdır.” [4]

 

        Şeytanın dostlarını zikrederek Allah şöyle buyuruyor:

 

    ﴿ فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ {98} إِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ

عَلَى الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ {99} إِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذِينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذِينَ هُم بِهِ مُشْرِكُونَ

 

“ Kur’an okuduğun zaman, taşlanmış olan şeytandan Allah’a sığın. Şu bir gerçektir ki, şeytanın îman edenler ve Rabbine güvenip dayananlar üzerinde hiçbir nüfûzu yoktur. Onun nüfûzu, sadece kendisini dost tutanlar ve onun yüzünden müşrik olanların üzerindedir.” [5]

 

 

﴿     الَّذِينَ آمَنُواْ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَالَّذِينَ كَفَرُواْ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ الطَّاغُوتِ فَقَاتِلُواْ أَوْلِيَاء الشَّيْطَانِ إِنَّ كَيْدَ الشَّيْطَانِ كَانَ ضَعِيفا

 

 “ Oysa îman edenler Allah yolunda, küfredenler de, bâtıl inançları uğ-runa savaşırlar. O halde siz (ey mü’minler!) şeytanın dostlarıyla savaşın. Şüphe yoktur ki, şeytanın hilesi zayıftır.” [6]

                                                                         

  ﴿  وَإِذْ قُلْنَا لِلْمَلَائِكَةِ اسْجُدُوا لِآدَمَ فَسَجَدُوا إِلَّا إِبْلِيسَ كَانَ مِنَ الْجِنِّ فَفَسَقَ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِ أَفَتَتَّخِذُونَهُ وَذُرِّيَّتَهُ أَوْلِيَاء مِن دُونِي وَهُمْ لَكُمْ عَدُوٌّ بِئْسَ لِلظَّالِمِينَ بَدَلاً

 

  “ Meleklere  ‘Âdem’e secde edin’ dediğimizde, cinlerden olan İblîs dışında hepsi secde etmişti de İblîs Rabbının emrinden çıkmıştı. (Ey insan oğulları!) Şimdi beni bırakıpta sizin düşmanınız olduğu halde bu İblîsi ve onun soyunu dostlar mı ediniyorsunuz? Zâlimler için Allah’a karşılık ne kötü bir bedel! “ [7] 

 

﴿    وَلأُضِلَّنَّهُمْ وَلأُمَنِّيَنَّهُمْ وَلآمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ آذَانَ الأَنْعَامِ وَلآمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّهِ وَمَن يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ وَلِيّاً مِّن دُونِ اللّهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَاناً مُّبِيناً

 

 “ Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, apaçık bir hüsrana uğramış olur.” [8]

 

  ﴿  الَّذِينَ قَالَ لَهُمُ النَّاسُ إِنَّ النَّاسَ قَدْ جَمَعُواْ لَكُمْ فَاخْشَوْهُمْ فَزَادَهُمْ إِيمَاناً وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللّهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ {173} فَانقَلَبُواْ بِنِعْمَةٍ مِّنَ اللّهِ وَفَضْلٍ لَّمْ يَمْسَسْهُمْ سُوءٌ وَاتَّبَعُواْ رِضْوَانَ اللّهِ وَاللّهُ ذُو فَضْلٍ عَظِيمٍ {174} إِنَّمَا ذَلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءهُ فَلاَ تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ {175}

 

« Onlara bazı kimseler, “(size düşman olan) insanlar, size karşı bir araya geldiler; bu sebeple onlardan korkun” demişlerdi de, (bu söz), onların îmanını artırmış ve “Allah bize yeter; O, ne güzel bir vekildir” demişlerdir. (Nitekim o düşmanla karşılaşmak için çıktıktan sonra) kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan, Allah’tan gelen bir nimet ve kârlı bir ticaret ile geri dönmüşler ve (bu hareketleriyle ) Allah’ın rızasına da uymuşlardır. Allah, son derece büyük lütuf sahibidir. (Düşmanların size karşı birleştikleri haberini getiren adam,) sadece sizi dostlarıyla korkutan şeytandır. Eğer gerçekten mü’min kimseler iseniz, onlardan korkmayıp benden korkun.»[9]

   

 ﴿ إِنَّا جَعَلْنَا الشَّيَاطِينَ أَوْلِيَاء لِلَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ {27} وَإِذَا فَعَلُواْ فَاحِشَةً قَالُواْ وَجَدْنَا عَلَيْهَا آبَاءنَا وَاللّهُ أَمَرَنَا بِهَا قُلْ إِنَّ اللّهَ لاَ يَأْمُرُ بِالْفَحْشَاء أَتَقُولُونَ عَلَى اللّهِ مَا لاَ تَعْلَمُونَ {28} قُلْ أَمَرَ رَبِّي بِالْقِسْطِ وَأَقِيمُواْ وُجُوهَكُمْ عِندَ كُلِّ مَسْجِدٍ وَادْعُوهُ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ كَمَا بَدَأَكُمْ تَعُودُونَ {29} فَرِيقاً هَدَى وَفَرِيقاً حَقَّ عَلَيْهِمُ الضَّلاَلَةُ إِنَّهُمُ اتَّخَذُوا الشَّيَاطِينَ أَوْلِيَاء مِن دُونِ اللّهِ وَيَحْسَبُونَ أَنَّهُم مُّهْتَدُونَ {30}

 

« Biz, şeytanları, îman etmeyenlere dost kılmışızdır. Onlar bir kötülük yaptıkları zaman: “Babalarımızı bu yolda bulduk. Allah da bize bunu emretti” derler. De ki: Allah kötülüğü emretmez. Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz. De ki: Rabbim adaleti emretti. Her secde ettiğinizde yüzlerinizi O’na çevirin ve dini yalnız Allah’a has kılarak O’na yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi (yine O’na) döneceksiniz. O, bir gurubu doğru yola iletti, bir guruba da sapıklık müstahak oldu.  Şüphesiz ki onlar, Allah’ı değil şeytanları kendilerine dost edinmişlerdir ve zannederler ki kendileri doğru yoldadırlar. »[10]

 

 ﴿   وَإِنَّ الشَّيَاطِينَ لَيُوحُونَ إِلَى أَوْلِيَآئِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْ

 

« Muhakkak ki şeytanlar, dostlarına sizinle mücadele etmelerini telkîn edeceklerdir. » [11]

 

     Halîl –-Aleyhisselam- şöyle der:

 

 ﴿   يَا أَبَتِ إِنِّي أَخَافُ أَن يَمَسَّكَ عَذَابٌ مِّنَ الرَّحْمَن فَتَكُونَ لِلشَّيْطَانِ وَلِيّاً

 

« “Ey babam! Ben, Rahman’dan gelecek bir azâbın sana dokunmasından korkuyorum; bu takdirde şeytana dost olursun. » [12]

 

     Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

 ﴿  يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاء تُلْقُونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ وَقَدْ كَفَرُوا بِمَا جَاءكُم مِّنَ الْحَقِّ يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَإِيَّاكُمْ أَن تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ رَبِّكُمْ إِن كُنتُمْ خَرَجْتُمْ جِهَاداً فِي سَبِيلِي وَابْتِغَاء مَرْضَاتِي تُسِرُّونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ وَأَنَا أَعْلَمُ بِمَا أَخْفَيْتُمْ وَمَا أَعْلَنتُمْ وَمَن يَفْعَلْهُ مِنكُمْ فَقَدْ ضَلَّ سَوَاء السَّبِيلِ {1} إِن يَثْقَفُوكُمْ يَكُونُوا لَكُمْ أَعْدَاء وَيَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ وَأَلْسِنَتَهُم بِالسُّوءِ وَوَدُّوا لَوْ تَكْفُرُونَ {2} لَن تَنفَعَكُمْ أَرْحَامُكُمْ وَلَا أَوْلَادُكُمْ يَوْمَ الْقِيَامَةِ يَفْصِلُ بَيْنَكُمْ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ {3} قَدْ كَانَتْ لَكُمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فِي إِبْرَاهِيمَ وَالَّذِينَ مَعَهُ إِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ إِنَّا بُرَاء مِنكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَاء أَبَداً حَتَّى تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَحْدَهُ إِلَّا قَوْلَ إِبْرَاهِيمَ لِأَبِيهِ لَأَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ وَمَا أَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللَّهِ مِن شَيْءٍ رَّبَّنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَإِلَيْكَ أَنَبْنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ {4} رَبَّنَا لَا تَجْعَلْنَا فِتْنَةً لِّلَّذِينَ كَفَرُوا وَاغْفِرْ لَنَا رَبَّنَا إِنَّكَ أَنتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ {5}

 

« Ey îman edenler! Benim de düşmanım olan, sizinde düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin; zira aranızdaki dostluğa istinaden onlara, (Peygambere âit haberler) sızdırırsınız. Halbuki onlar, size gelen hakkı inkâr etmişlerdir. Peygamberleri ve sizi, Rabbınıız olan Allah’a îman ettiniz diye yurdunuzdan çıkarıyorlardı. Eğer benim yolumda cihâd etmek ve benim hoşnutluğumu kazanmak için çıkmışsanız, onları dost edinmeyin. Zira dostluk sebebiyle onlara gizlice haber bildirmiş olursu-nuz. Ben, gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. İçinizden her kim bunu yaparsa, hak yoldan sapmış olur. Eğer onlar size üstün gelirlerse, size düşman olurlar. Ellerini ve dillerini size kötülük etmek için uzatırlar. Bir küfretseniz diye arzu duyarlar. Kıyamet günü, ne akrabanız ve ne de evlâtlarınız size hiçbir fayda sağlamayacak. Allah onlarla sizin aranızı ayıracaktır. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir. İbrahim’in, babasına söylediği “Senin için mutlaka Allah’tan mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah’tan sana gelecek bir şeyi savmaya gücüm yet-mez” sözü dışında, İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda, sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine demişti ki:”Biz sizden ve sizin Allah’tan başka ibadet ettiğiniz şeylerden uzağız. Biz, sizin putlarınızı inkâr ediyoruz. Siz, tek bir Allah’a îman etmedikçe, bizimle sizin aranızda, ebedî olarak kin ve düşmanlık belirmiştir. Rabbimiz! Sana tevekkül ettik; sana yöneldik. Dönüş sanadır. “Rabbimiz! Bizi, inkâr edenlerle deneme ve bizi bağışla. Şüphesiz dâima gâlip ve hikmet sâhibi olan sensin. » [13]

 

                                                    

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

FASIL

 

 

 

      Şayet insanlar arasında Rahman’ın dostları ve şeytanın dostları bilinirse, bunlarla onların arasını ayırmak gerekir. Tıpkı Allah azze ve cellenin ve Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in ikisinin arasını ayırdığı gibi. Allah’ın dostları, O’ndan hakkıyla korkan mü’minler-dir. Allah -Subhanehu ve Teâlâ-'nın buyurduğu gibi:

 

 ﴿   أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ. الَّذِينَ آمَنُواْ وَكَانُواْ يَتَّقُونَ

 

      «Haberiniz olun ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur; mahzûn olacaklar da onlar değildir. Onlar, îman edenler ve takvaya ermiş olanlardır. »[14]

 

     Buhari’nin ve başkalarının Ebu Hureyre’den –Allah ondan razı olsun- rivâyet ettikleri bir hadiste, Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyuruyor:

 

     « Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Kim benim bir dostuma düşmanlık ederse, muhakkak ki o bana karşı savaş açmıştır –veya ona harp ilan ederim- Kulum, bana en sevgili gelen, üzerine farz kıldığım şeylerle bana yaklaşır. Ve nafile ibadetlerle bana yaklaşmaya devam eder. Tâki ben de onu severim. Onu sevdiğimde, onun duyan kulağı, gören gözleri, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey istediğinde muhakkak ona veririm. Benden sığınma istediğinde onu korumam altına alırım. Mü’min kulumun nefsini kabzetmede (ruhunu almada) tereddüt ettiğim gibi, yaptığım hiçbir şeyde tereddüt etmedim. O ölümü kerih görür (hoşlanmaz) ben de onun sevmediklerini sevmem. Ama ölümden kaçış yoktur. » 

 

    Evliyâ (dostlar) hakkında rivayet edilen en sahih hadis budur. Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- bunu açıklayıp şöyle buyurmuştur:

 

  « Kim Allah’ın dostlarına düşmanlık ederse, Allah’ta ona harp ilan eder.[15] »

     Başka bir hadiste:

 

     « Tıpkı kızgın bir aslanın intikamını aldığı gibi, ben de dostlarımın intikamını alırım. » buyuruyor.

 

     Yani; tıpkı kızgın bir aslanın intikamını alması gibi, ben de dost-larımın intikamını alırım. Böyledir, çünkü Allah’ın dostları O’na îman edenler, O’nu dost edinenler, sevdiğini sevenler, nefret ettiğine nefret edenler, razı olduğuna razı olanlar, hoşnut olmadığına hoşnut olmayanlar, emrettiğini emredenler, yasakla-dığını yasaklayanlar, verilmesini istediği kimseye verenler, yasakladığına da vermeyenlerdir. Tirmizi’de ve başka hadis kitaplarında geçtiği gibi; Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyuruyor:

 

     « Îmanın en sağlam tutanağı: Allah için sevmek ve Allah için buğzet-mektir[16]

 

     Ebu Davûd’un rivâyet ettiği başka bir hadiste Allah Rasûlü       sallallahu aleyhi ve selem şöyle buyuruyor: 

 

     « Kim Allah için sever, Allah için buğzeder, Allah için verir ve Allah için yasaklarsa (vermezse) muhakkak ki o îmanını tamamlamıştır. » [17]

 

     Dostluk, adavetin (düşmanlığın) zıddıdır. Dostluğun aslı ise; muhabbet-sevgi ve yakın olmaktır. Adavetin (düşmanlığın) aslı ise; nefret etme ve uzaklaşmadır. “Bunun velî (dost) diye isimlendirilmesinin sebebi; taate devam ettiği yani sürekli itaat ettiği içindir” denilmişse de, birinci mana daha doğrudur. Şayet Allah’ın dostu (velisi) O’nun sevdiği, razı olduğu, hoşlanmadığı, kızdığı, emrettiği ve nehyettiğinde muvafık olursa, o halde O’nun dostuna düşman olan Allah’a düşman olur. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:

 

 ﴿  لَا تَتَّخِذُوا عَدُوِّي وَعَدُوَّكُمْ أَوْلِيَاء تُلْقُونَ إِلَيْهِم بِالْمَوَدَّةِ

« Benim de düşmanım olan, sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin; zira aranızdaki dostluğa istinaden onlara (Peygamberlere âit haberler) sızdırırsınız. » [18]

 

     Her kim Allah’ın dostlarına düşmanlık ederse Allah’a düşmanlık etmiş olur. [Her kim Allah’ın dostlarına düşmanlık ederse, Allah’a savaş açmıştır.] Onun için Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

     « Kim benim dostuma düşmanlık ederse, bana savaş îlan etmiştir. »

 

     Allah dostlarının en üstünü Allah’ın Nebî’leridir. Nebî’lerin en efdali/üstünü de Rasûllerdir. Rasûllerin en üstünü de Ulul-Azm Peygamberleri olan: Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed’dir. (Salât ve selâm onların üzerine olsun)

     Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

 ﴿    شَرَعَ لَكُم مِّنَ الدِّينِ مَا وَصَّى بِهِ نُوحاً وَالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِهِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى وَعِيسَى أَنْ أَقِيمُوا الدِّينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا فِيهِ كَبُرَ عَلَى الْمُشْرِكِينَ مَا تَدْعُوهُمْ إِلَيْهِ اللَّهُ يَجْتَبِي إِلَيْهِ مَن يَشَاءُ وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَن يُنِيبُ

 

« “Dîni dosdoğru tutun ve onda tefrikaya düşmeyin” diye Allah’ın Nûh’a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Mûsâ’ya ve İsâ’ya tavsiye ettiğini, size dinden şerîat olarak koymuştur. » [19]

 

   ﴿وَإِذْ أَخَذْنَا مِنَ النَّبِيِّينَ مِيثَاقَهُمْ وَمِنكَ وَمِن نُّوحٍ وَإِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى وَعِيسَى ابْنِ مَرْيَمَ وَأَخَذْنَا مِنْهُم مِّيثَاقاً غَلِيظاً {7} لِيَسْأَلَ الصَّادِقِينَ عَن صِدْقِهِمْ وَأَعَدَّ لِلْكَافِرِينَ عَذَاباً أَلِيماً

 

« Peygamberlerden (görevlerini yapmak ve dini tebliğ etmek üzere) sözlerini almıştık. Senden, Nûh’tan, İbrahim’den, Mûsâ’dan ve Meryem oğlu Îsâ’dan, doğrulara doğrularından sormak, kâfirlere acı bir azâb ha-zırlamak için bunların hepsinden söz almıştık. »[20]

 

     Ulul-Azm peygamberlerin en fazîletlisi: Peygamberlerin sonuncusu, muttakilerin imamı, Âdem oğullarının efendisi, bir araya gelip huzura çıktıklarında onların imamı ve hatîbi, öncekilerin ve sonrakilerin gıpta ettikleri Makam-ı Mahmûd’un, hamd sancağının ve Havz-ı Kevser’in sahibi, kıyamet günü yaratılmışların şefaatçisi, vesile ve fazîletin/üstünlüğün sahibi Hz. Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-‘dir. Allah Teâlâ O’nu kitapların en fazîletlisiyle göndermiş, dînî şeriatlarının en üstünüyle O’nu görevlendirmiş, ümmetini insanlar içinden çıkarılmış en hayırlı ümmet kılmış, daha öncekiler de olmayan iyilik ve fazîletleri, Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem-‘de ve O’nun ümmetinde toplamıştır. Onlar (Muhammed ümmeti), yaratılış olarak en son ümmet olmasına rağmen (kıyâmet günü) ilk diriltilecek ümmet O’nun ümmeti olacaktır. Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem-in sahih bir hadisde buyurdukları gibi:

 

     « Bizler sonuncularız (en son yaratılmış ümmetiz). Kıyâmet günü ise önce gelenleriz. Bizden önce kitap verilenler geçip gittiler. Bize ise onlar-dan sonra kitap verildi. İşte bu onların ihtilaf ettikleri gündür.-Yani Cuma günü- Allah Teâlâ onu bize hediye etmiştir. İnsanlar onda bize tâbidirler. Yarın (cumartesi) yahudiler için, yarından sonrası ise (pazar) Hıristiyanlar içindir. »[21] 

 

     Yine şöyle buyuruyor -sallallahu aleyhi ve sellem-:

 

      « Kıyâmet günü ilk diriltilecek olan benim. » [22]

 

     Başka bir hadis de şöyle buyuruyor -sallallahu aleyhi ve sellem-:

 

     « Cennetin kapısına gelirim ve açılmasını talep ederim.Cennetin bekçisi der ki: Sen kimsin?Bunun üzerine ben derim ki: Ben Muhammed’im. O şöyle der:Senden önce bu kapıyı hiç kimseye açmamakla emrolundum. »[23]

 

     Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in ve O’nun ümmetinin fazîletleri pek çoktur. Allah Teâlâ O’nu gönderdiğinde Allah dostları ile düşmanlarını birbirinden ayırt edici kılmıştır. Allah dostu ancak O’na ve O’nun getirdiğine îmân eden, batınına ve zahirine ittiba eden (uyan) kimsedir. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-‘e uymayan kimse Allah’ın sevgisini ve dostluğunu iddia edemez. O, Allah dostlarından değildir. Bilakis kim ki O’na muhalefet ederse Allah’ın düşmanlarından ve şeytanın dostlarındandır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿    قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللّهُ

 

« (Ey Muhammed) De ki: Şayet Allah’ı seviyorsanız bana tâbi olun ki Allah da sizi sevsin. » [24]

 

     Hasan el-Basri –Allah ona rahmet etsin- şöyle diyor:

     « Bir kavim (topluluk) Allah’ı sevdiklerini iddiâ ettiler. Bunun üzerine Allah, imtihan amacıyla onlara bu âyeti kerîmeyi indirdi. Allah Teâlâ, kimin Rasûl -sallallahu aleyhi ve sellem-‘e uyarsa, Allah’ın onu sevdiğini beyan etmiştir. Kim ki Allah’ı sevdiğini iddia eder, fakat Rasûl -sallallahu aleyhi ve sellem-‘e uymazsa, o, Allah’ın dostlarından değildir. İnsanlardan çoğu, Allah’ın dostları olmadıkları halde kendilerinim veya başkalarının Allah Teâlâ’nın dostlarından olduklarını zannederler. Yahudi ve hıristiyanlar Allah’ın dostları olduklarını, cennete ancak onlardan olanların girebileceğini, bilakis onların Allah’ın oğulları ve sevgilileri olduklarını iddia ederler. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

 ﴿   قُلْ فَلِمَ يُعَذِّبُكُم بِذُنُوبِكُم بَلْ أَنتُم بَشَرٌ مِّمَّنْ خَلَقَ يَغْفِرُ لِمَن يَشَاءُ وَيُعَذِّبُ مَن يَشَاءُ وَلِلّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَإِلَيْهِ الْمَصِيرُ

 

« (Ey Muhammed onlara) de ki: “Öyleyse Allah, günahlarınız yüzünden size niçin azâb ediyor? Hayır, siz de O’nun yarattıklarından bir beşersiniz. O, dilediğini bağışlar, dilediğine de azâb eder. Göklerin, yerin ve ikisi arasındaki her şeyin mülkiyeti yalnız Allah’a âittir.Varış O’nadır. »[25]

 

 ﴿    وَقَالُواْ لَن يَدْخُلَ الْجَنَّةَ إِلاَّ مَن كَانَ هُوداً أَوْ نَصَارَى تِلْكَ أَمَانِيُّهُمْ قُلْ هَاتُواْ بُرْهَانَكُمْ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ {111} بَلَى مَنْ أَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَلَهُ أَجْرُهُ عِندَ رَبِّهِ وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ {112}

 

« “Yahudi yahut hıristiyan olanlardan başkası aslâ cennete giremez” demişlerdir. Bu, onların kuruntularıdır. (Ey Muhammed! Onlara) de ki: “Eğer sözünüzde sâdık iseniz, delilinizi getirin”. Hayır! Kim ihlâs ile yü-zünü Allah’a çevirirse, işte onun bu amelinin, Rabbı katında sevabı var-dır. Onlara hiçbir korku yoktur; mahzûn olacaklar da onlar değildir. » [26]

 

     Mekkeli arap müşrikler, Mekke sakinleri oldukları ve Kâbe’ye yakın oldukları için Allah’ın ehli (dostları-sevgilileri) olduklarını iddia ediyorlardı. Buna istinâden başkalarına karşı büyüklük taslıyorlardı. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:

 

  ﴿  قَدْ كَانَتْ آيَاتِي تُتْلَى عَلَيْكُمْ فَكُنتُمْ عَلَى أَعْقَابِكُمْ تَنكِصُونَ {66} مُسْتَكْبِرِينَ بِهِ سَامِراً تَهْجُرُونَ

 

« Âyetlerim size okunuyordu da siz büyüklük taslayıp gece vakti heze-yanlar savurarak topuklarınız üzerinde geri dönüyordunuz. » [27]  

 

﴿     وَإِذْ يَمْكُرُ بِكَ الَّذِينَ كَفَرُواْ لِيُثْبِتُوكَ أَوْ يَقْتُلُوكَ أَوْ يُخْرِجُوكَ وَيَمْكُرُونَ وَيَمْكُرُ اللّهُ وَاللّهُ خَيْرُ الْمَاكِرِينَ {30} وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا قَالُواْ قَدْ سَمِعْنَا لَوْ نَشَاء لَقُلْنَا مِثْلَ هَـذَا إِنْ هَـذَا إِلاَّ أَسَاطِيرُ الأوَّلِينَ {31} وَإِذْ قَالُواْ اللَّهُمَّ إِن كَانَ هَـذَا هُوَ الْحَقَّ مِنْ عِندِكَ فَأَمْطِرْ عَلَيْنَا حِجَارَةً مِّنَ السَّمَاءِ أَوِ ائْتِنَا بِعَذَابٍ أَلِيمٍ {32} وَمَا كَانَ اللّهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَأَنتَ فِيهِمْ وَمَا كَانَ اللّهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ {33}

 وَمَا لَهُمْ أَلاَّ يُعَذِّبَهُمُ اللّهُ وَهُمْ يَصُدُّونَ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَمَا كَانُواْ أَوْلِيَاءهُ إِنْ أَوْلِيَآؤُهُ إِلاَّ الْمُتَّقُونَ وَلَـكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ

 

« O küfredenler, seni bağlamak, yahut öldürmek, yahut ta seni (yurdundan) çıkarmak için sana tuzak kurmuşlardır. Onlar tuzak kurarken, Allah da tuzak kurmuş (ve senin, İslâm zaferi için hicret etmeni istemiş) tu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.

Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman dediler ki: “(Evet) işittik, istesek biz de bunun mislini elbette söyleyebiliriz. Bu öncekilerin masallarından başka bir şey değildir.”

Hani (o kâfirler) bir zaman da: Ey Allah’ım! Eğer bu Kitap senin katından gelmiş bir gerçekse üzerimize gökten taş yağdır, yahut bize elem verici bir azap getir! demişlerdi.

Halbuki sen onların içinde iken Allah, onlara azap edecek değildir. Ve onlar mağfiret dilerlerken de Allah onlara azap edici değildir.

Onlar Mescid-i Haram’ın mütevellileri olmadıkları halde (müminleri) oradan geri çevirirlerken Allah onlara ne diye azap etmeyecek ? Oranın mütevellîleri takvâ sahiplerinden başkaları değildir. Fakat çokları bunu bilmezler. »[28]

 

     Allah Teâlâ, müşriklerin, ne Allah’ın ne de Kâbe’nin dostları ol-madıklarını beyan etmiştir. Allah’ın dostları ancak muttakilerdir. (Allah’tan hakkıyla korkanlardır.)

 

     Buhari ve Muslim’de gelen, Amr b. Âs’ın rivayet etmiş olduğu bir hadisde o şöyle diyor: Ben Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-‘den duydum. (Gizlemeksizin açığa vurarak) şöyle diyordu:

 

     « Falan oğulları benim dostlarım değildir. –Yani akrabalarından bir topluluk-  Benim dostlarım ancak Allah ve mü’minlerin salihleridir. » [29]

 

     Bu, Allah Teâlâ’nın şu sözüne muvafıktır:

 

 ﴿    إِن تَتُوبَا إِلَى اللَّهِ فَقَدْ صَغَتْ قُلُوبُكُمَا وَإِن تَظَاهَرَا عَلَيْهِ فَإِنَّ اللَّهَ هُوَ مَوْلَاهُ وَجِبْرِيلُ وَصَالِحُ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمَلَائِكَةُ بَعْدَ ذَلِكَ ظَهِيرٌ

 

« Eğer Peygambere karşı birbirinize arka çıkarsanız, şunu iyice biliniz ki, onun dostu Allah’tır, Cibrîl’dir ve mü’minlerin salihleridir. » [30]

 

        Mu’minlerin salihleri ise; mu’minlerden salih olan kimselerdir. Onlar, muttaki mu’minlerdir ve Allah’ın dostlarıdırlar. Bu sınıfa girenler ise; Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, ağacın altında beyat eden Rıdvan Beyatı ehli ki sayıları bin dört yüz kişilerdi, onların hepsi cennettedir. Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-‘den gelen sahih bir hadisde O şöyle buyuruyor:

 

     « Ağaç altında beyat edenlerin hiçbiri cehenneme girmeyecektir. » [31] 

 

     Buna benzer başka bir hadisde:

 

     « Allah’ın dostları, her nerede ve ne halde olurlarsa olsunlar, Allah’tan hakkıyla korkan kimselerdir. » [32]

 

     Tıpkı bazı kâfirlerin Allah’ın dostu olmadıkları halde, Allah’ın dostu olduklarını iddia etmeleri gibi. Halbuki onlar Allah’ın düşman-larıdır. Yine görünüşte İslam olduklarını söyleyen münafıklar, zâhiren kelime-i şehadeteyni (Ben şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve Muhammed O’nun Rasûlüdür) ikrar ederler ve O’nun -sallallahu aleyhi ve sellem- bütün insanlara gönderildiğini, bilakis insanlara ve cinlere gönderildiğini söylerler. Ama batında ise (kalplerinde) bunun aksine inanırlar. Örneğin; O’nun Allah’ın elçisi olduğuna itikat etmezler. O’nun itaat edilen bir melek olması gerektiğine, insanları görüşleriyle idare ettiğine (yönelttiğine) ve meleklerden ayrı bir cins olduğuna inanırlar. Veya onlar derler ki: Muhakkak ki O, Ehli Kitab’ın değil de ummilerin (okuma yazması olmayanların) peygamberi olduğunu söylemeleri gibi. Tıpkı yahudi ve hıristiyanlardan bir çoklarının söyledikleri gibi. Veya diyorlar ki: Yaratılmışların geneline gönderilmiş ve Allah’ın özel dostları vardır.Onlara (Resul) gönderilmemiş ve onların buna ihtiyaçları yoktur. Bilakis onların onun tara-fından olmaksızın Allah’a giden yolları vardır. Tıpkı Mûsâ ve Hıdır’ın beraberliği gibi. Veya onlar Allah’tan ihtiyaçları olan her şeyleri a-lıyorlar ve ondan vasıta olmaksızın faydalanıyorlar. Veya o, zahiri şeriatla gönderilmiş ve onla bunda ona muvafıktırlar. Batini hakikatlere gelince onunla gönderilmemiştir, veya onu bilmiyordu. Veya onlar bunları ondan daha iyi biliyorlardı. Veya, onlar tıpkı onun hiçbir yol (vasıta) olmaksızın bildiği gibi onlar da biliyorlardı.

 

     Bunlardan bazıları ise şöyle diyorlardı: Sufilerin ona (peygam-bere) ihtiyaçları yoktur. Onlar için gönderilmemişlerdir. Onlardan bazıları ise şöyle diyorlar: Allah Teâlâ batında, miraç gecesinde, peygambere vahyedilen, onlara vahyedilmiştir. Sufiler, peygam-berlerin mertebesine ulaşmışlardır… Bunlar onların cehaletlerin-den oluşan hatalarıdır. Onlar, İsra’nın Mekke’de olduğunu bilmiyorlar. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:

 

 ﴿   سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ

 

« Kulu Muhammed’i, geceleyin, Mescid-i Haram’dan, etrafını müba-rek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. » [33]

 

          Suffe ise Medine’de idiler. Suffe, Peygamber efendimiz -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in mescidinin sol yanında bulunur. Oraya kimi kimsesi olmayan gariban kimseler gelir ve orada kalırlardı. Mü’minler, Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in şehrine Medine’ye hicret ederler, onlardan yer bulabilenler orada yerleşir, bulamayanlar ise, başka bir yer bulana kadar mescide yerleşirdi.

 

     Suffe ehli, Suffe’ye iltizam eden belirli şahıslar değillerdir. Bazen sayıları çoğalır, bazen de azalırdı. Bir şahıs orada belli bir müddet kalır, daha sonra oradan ayrılırdı. Oraya inenler diğer Müslüman-lar gibiydiler. Ne ilim yönünden ne de din yönünden herhangi bir üstünlükleri yoktu. Bilakis onların içinden, dininden dönmüş mür-tedler ve Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- de öldürdüğü kimseler vardı. Tıpkı Uraneyn kabilesi gibi. Bunlar Medine’ye gelmişler, hazımsızlık (karın ağrısı) hastalığının tedavisini talep etmişlerdi. Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- de bunun üzerine sütü bol develer göndermiş ve onun sidiğinden ve sütünden içmelerini emretmişti. Bunlar iyileştikleri zaman, çobanı öldürmüşler ve develeride beraberlerinde sürüp götürmüşlerdi. Bunun üzerine Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- onları yakalatıp bacakları ve ellerinin kesilmesini ve gözlerinin oyulmasını emretmiştir. Ve onları, su istedikleri halde su verilmez bir şekilde, bir arazi de terk etmişlerdir. Onların bu olaylarını anlatan hadisi Enes –Allah ondan razı olsun - rivayet etmiş ve hadis Buhari ve Muslim’de gelmektedir. [34]

 

   İşte onlardan Suffe’ye gelenler oldu. Bunlar gibi Suffe’ye inenler de vardı. Suffe’ye Müslümanların hayırlılarından Sa’d b. Ebi Vak-kas – ki o Suffe’ye inenlerin en efdalidir- sonra oradan ayrılmıştır. Ebu Hureyre ve başkaları da Suffe ehlindendir. Ebu Abdurrahman es-Sulemi Suffe’ye inenlerin tarihini bir araya getirmiştir.

 

     Ensar ise, Suffe ehlinden değillerdir. Muhacirlerin büyükleri Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, Zubeyr, Abdurrahman b. Avf, Ebu Ubeyde b. Cerrah ve başkaları da Suffe ehlinden değillerdir.

 

     Bir rivayete göre Muğire b. Şube’nin hizmetçisi de Suffe ehlin-dendi. Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyuruyor:

« Bu yedi kişiden biridir. » [35]  Bu, hadis alimlerinin ittifakıyla yalan bir  hadistir. Velev ki Ebu Nuaym “Hilye” adlı kitabında rivayet etmiş olsa da, bunun gibi Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-‘den rivayet edilen ve evliyanın sayısından, ebdal, nukeba, nuceba,      evtad ve ektabdan bahsedilen rivayetler de yalan olanlarındandır. Yine üç, dört, yedi, on iki, kırk, yetmiş, üç yüz, üç yüz on üç veya bir tek kutup[36] veya bir tek ğavsın[37] olduğunu söyleyen, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-‘den bir tane dahi sahih hadis gelmemiştir. Selefde ebdal lafzından başka bu lafızları kullanmamışlardır.

 

     Ahmed’in Müsned’inde geçen bir hadiste onların kırk kişi ve Şam’da oldukları Ali -Allah ondan razı olsun-hadisinde rivayet olun-muştur. Ancak bu hadis sahih olmayıp, munkatı bir hadistir.[38] Ali b. Ebi Talib ve beraberinde bulunan sahabeler, Şam’da bulunan Muaviye ve onunla birlikte olanlardan daha üstün oldukları bili-nen bir şeydir. Ali’nin –Allah ondan razı olsun- askeri olmaksızın Muaviye’nin askeri insanların en efdali olamaz.

 

     Buhari ve Muslim’in sahihlerinde Ebu Said’den, onun da Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-‘den rivayet ettiği hadiste Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyuruyor:

 

     « Müslümanlar fırkalaştıkları (bölündükleri) zaman bir kısım insanlar dinden çıkarlar. İki gruptan hakka daha yakın olan diğerini katleder. »[39]

 

     Bu dinden çıkanlar ise Haricilerdir. Bunlar ise Ali’nin –Allah ondan razı olsun- hilafeti döneminde Müslümanlar arasındaki fırkalaşma sonucu ortaya çıkmışlardır. Onları Ali -Allah ondan razı olsun- ve taraftarları öldürmüşlerdir. Yukarıdaki sahih hadis Ali ve ashabının, Muaviye ve ashabından daha haklı olduğuna delâlet eder. Durum böyleyken nasıl olurda ebdal (Allah’ın veli kulları) daha yüceyi bırakıp, daha aşağıdaki askerlerle birlikte olabilir?

 

     Bazıları Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in şu şiiri söylediğini rivayet ederler:

 

     Heva yılanı ciğerimi soktu     

    Onun ne tabibi ne de efsuncusu var

    Ancak kendisine çok bağlandığım bir sevgili var

    Onun yanındadır benim rukyem ve tedavim

 

     Bu şiiri söyledikten sonra Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- sevgi duyduğundan dolayı (cezbesinden) omuzlarındaki bürdesi (cüb-besi) yere düşmüştü. Bu rivayet, hadis alimlerinin ittifakıyla yalan bir haberdir. Bundan daha yalan bir haber de bazılarının Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in elbisesini parçaladığı ve Cebrail’in –Allah’ın selamı onun üzerine olsun- de ondan bir parça alıp arşa astığı rivayetidir. Bu ve benzeri rivayetler, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- adına uydurulmuş apaçık yalanlar olduğu ilim ehli tarafından bilinmektedir.

 

     Yine Ömer’den -Allah ondan razı olsun- bildirdikleri bir rivayette o şöyle diyor: « Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- ve Ebu Bekir konu-şuyorlardı. Ben ise aralarında tıpkı bir zenci gibiydim. »  bu hadiste ilim ehlinin ittifakıyla yalan ve uydurmadır.

 

     Buradaki maksat ise; Zahiren risaletin genelini yapıp, batında ise (kalbinde) bunun aksine itikat edenin münafık olduğudur. Onlar kendilerinin ve benzerlerinin, batında Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in getirdiğine küfretmeleriyle beraber, Allah velileri (dostları) olduklarını iddia ederler. Bu ya inatlarından ya da ceha-letlerindendir. Tıpkı bir çok Yahudi ve Hıristiyanların kendilerinin Allah’ın dostları olduklarını ve Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in Allah’ın Rasûlü olduğunu iddia etmeleri gibi. Fakat onlar derler ki: O -sallallahu aleyhi ve sellem-, ehli kitaptan başkalarına gönderilmiş ve bizim de tabi olmamız gerekmez. Çünkü bize ondan önce peygamberler gönderilmiştir. Onlar, Allah’ın dostları olduklarını iddia etmelerine rağmen hepsi kâfirdir. Allah dostları ancak Allah Teâlâ’nın şu âyetinde vasfettiği kimselerdir:

 

 ﴿    أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ{62} الَّذِينَ آمَنُواْ وَكَانُواْ يَتَّقُونَ

 

« Haberiniz olsun ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur; mahzûn olacaklarda onlar değildir. Onlar, îman edenler ve takvaya ermiş olanlardır. » [40]

 

     Îman esaslarında, muhakkak Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve âhiret gününe îman etmesi gerekir. Allah Teâlâ’nın gönderdiği her rasûle ve indirdiği her kitaba îman et-meli. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:  

 

 ﴿    قُولُواْ آمَنَّا بِاللّهِ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْنَا وَمَا أُنزِلَ إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ وَالأسْبَاطِ وَمَا أُوتِيَ مُوسَى وَعِيسَى وَمَا أُوتِيَ النَّبِيُّونَ مِن رَّبِّهِمْ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّنْهُمْ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ {136} فَإِنْ آمَنُواْ بِمِثْلِ مَا آمَنتُم بِهِ فَقَدِ اهْتَدَواْ وَّإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّمَا هُمْ فِي شِقَاقٍ فَسَيَكْفِيكَهُمُ اللّهُ وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

« (Ey Müslümanlar! Siz de) deyin ki: “Biz, Allah’a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak ve torunlarına indirilenlere, Mûsâ’ya, Îsâ’ya ve (bütün) peygamberlere Rabları tarafından verilenlere îman ettik. Bunlardan hiçbiri arasında ayırım yapmayız. Biz, Allah’a teslim olanlarız.” Eğer (Yahudi ve Hıristiyanlar da) sizin îman ettiğiniz gibi îman ederse, şüphesiz hidayete ererler. Yok, eğer yüz çevirirlerse, onlar, muhakkak, düşmanlık içindedirler. (Ey Muhammed!) Allah, onlara karşı sana yeter. O, hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir. » [41]

 

  ﴿   آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ وَقَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ {285} لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْساً إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْراً كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا أَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ

 

« Rabbından, kendisine indirilene Peygamber de îman etmiştir, mü’-minler de; hepsi de, Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine îman etmiş ve şöyle demişledir: “Allah’ın peygamberlerinden hiçbirini (di-ğerinden) ayırt etmeyiz. İşittik ve itaat ettik; Rabbımız, bağışlamanı di-leriz. Dönüş sanadır.”

     Allah, hiç kimseye gücü dışında bir şey yüklemez. (Kişinin) kazandığı iyilik lehine, kötülük ise aleyhinedir. Rabbımız! Bizden öncekilere yükle-diğin gibi, bize de ağır yük yükleme. Rabbımız! Gücümüzün yetmeyeceğini bize taşıtma. Bizi affet; bizi bağışla ve bize merhamet et. Sen bizim mevlamızsın. Kâfir milletlere karşı bize yardım et. »[42]

 

   ﴿  الم {1} ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ {2} الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ {3}

والَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَبِالآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ {4} أُوْلَـئِكَ عَلَى هُدًى مِّن رَّبِّهِمْ وَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ ‏

 

« Elif. Lâm. Mîm. İşte bu Kitap, kendisinde şüphe (edilecek hiçbir şey) yoktur; Allah’tan sakınanlar için bir rehberdir. (Bu sakınanlar) gay-ba inanırlar; namazlarını dosdoğru kılarlar ve bizim kendilerine verdiği-miz rızıktan (başkalarına da) infak ederler. Hem sana indirilen (Kitab)’a, hem de senden önceki (peygamber)lere indirilen (kitap) lere inanırlar; hiç şüphe etmeden âhirete de inanırlar. İşte bunlar, Rab’larından gelen hida-yet üzeredirler; kurtuluşa erenler de bunlardır. » [43]

 

     İman esaslarında, mutlaka Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in peygamberlerin sonuncusu olduğu ve ondan sonra peygamber gelmeyeceğine, bütün insanlara ve cinlere gönderildiğine inanılması gerekir. Her kim, Rasûlün getirdiğinin bir kısmını alıp, diğer kısmını inkâr ederse mü’min değil bilakis kâfirdir. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:

 

﴿     إِنَّ الَّذِينَ يَكْفُرُونَ بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَيُرِيدُونَ أَن يُفَرِّقُواْ بَيْنَ اللّهِ وَرُسُلِهِ وَيقُولُونَ نُؤْمِنُ بِبَعْضٍ وَنَكْفُرُ بِبَعْضٍ وَيُرِيدُونَ أَن يَتَّخِذُواْ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلاً {150} أُوْلَـئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ حَقّاً وَأَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ عَذَاباً مُّهِيناً {151} وَالَّذِينَ آمَنُواْ بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَلَمْ يُفَرِّقُواْ بَيْنَ أَحَدٍ مِّنْهُمْ أُوْلَـئِكَ سَوْفَ يُؤْتِيهِمْ أُجُورَهُمْ وَكَانَ اللّهُ غَفُوراً رَّحِيماً

 

« Allah’ı ve peygamberini inkâr edenler, Allah ve peygamberi arasını açmak isteyenler, bazılarına inanır, bazılarını da inkâr ederiz, diyenler ve (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler… İşte gerçekten kâfir olanlar bunlardır. Ve biz, (böyle) kâfirler için zelîl edici bir azâb hazırla-dık. Allah’a ve peygamberine îman edenler ve onlardan hiçbiri arasında ayırım yapmayanlar ise, işte bunlara da mükâfatları verilecektir. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. » [44]

 

     Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in, kulları ile Allah arasındaki Allah Teâlâ’nın emir ve nehiylerini bildiren bir aracı olduğuna, O’nun helali-haramı, vaadi-vaîdi (söz ve tehdidi) olduğuna inanmak yine imandandır. Helâl, Allah ve Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in helal kıldığı, haram ise Allah ve Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in haram kıldığıdır. Din de, Allah ve Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in şeriat kıldığıdır. Her kim, velilerden birinin, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-‘e tabi olmaksızın Allah’a giden bir yol olduğuna itikat ederse, o, şeytanın dostlarından olan bir kâfirdir.

 

     Kulları yaratması, onları rızıklandırması, dualarına icabet etme-si, kalplerine hidayet vermesi, düşmanlarına karşı yardım etmesi ve bundan başka menfaatlerin (iyiliklerin) getirilmesi ve kötülükle-rin defedilmesi yalnızca Allah Teâlâ’ya mahsus olan şeylerdir. Se-beplerden istediğini yapar. Bunlar da peygamberler bir vasıta o-larak araya giremezler.

 

     Bir kişi zühdde, kullukta ve ilimde hangi dereceye ulaşırsa ulaş-sın, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in getirdiğine iman etmezse o, mü’min olmadığı gibi Allah’ın dostu da değildir. Tıpkı yahudi ve hıristiyanların rahip, papaz ve ubbadları (çokca ibadet edenleri) gibi.

 

     Yine bunun gibi müşriklerden ibadet ve ilme müntesip olanlar; Arap, Türk ve Hint müşrikler ve onlardan başka, Türk ve Hint alim-lerinden, dinin de ilim veya zühd ve ibadete sahip ancak, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in getirdiklerinin tümüne iman etmezse, kendini ve taifesini Allah’ın velisi zannetse de, o, kâfirdir, Allah’ın düşmanıdır. Aynen kâfir Mecusilerden Furs’un alimlerinin olduğu gibi.

     Aristo ve benzerleri gibi Yunan Mecusi alimleri, yıldız ve puta tapan müşriklerdi. (Aristo İsa –aleyhisselam-‘dan üç yüz sene önce yaşamıştır). Aristo Filips’in oğlu İskender el-Makduni’nin veziriydi. (Aristo onun için Romen ve Yunan tarihini yazmıştır. Yahudi ve hıristiyanlar, tarihçesini yazmıştır.) Bu, Allah Teâlâ’nın Kitabında zik-rettiği Zülkarneyn değildir. Tıpkı bazı insanların, onun isminin İsken-der olduğunu gördüklerinde, Aristo’nun Zülkarneyn’in veziri olduğunu zannetmeleri gibi. Bunun o olduğunu zannettiler. (İbni Sina ve onunla beraber olanların zannetmeleri gibi.)

 

     Bu ise onların zannetleri gibi değildir. Bilakis bu, Ariston’un vezir-liğini yaptığı İskender, müşriktir. Ondan daha geçtir ve seddi görmemiş, Ye’cüc ve Me’cüc ülkesine de ulaşmamıştır. Aristo’nun vezirlerinden biri olan İskender ise onun için bilinen Rum tarihini yazmıştır.

 

Arap, Hindu, Türk, Yunan müşriklerinin ve başka gurupların içerisinde ilimde, zühdde ve ibadette ictihadları olmalarına rağmen onlar peygamberlere itaat etmemiş, onların getirdiklerine iman etmemiş, haber verdiklerini tasdik etmemiş (doğrulamamış), ve emrettiklerine de boyun eğmemişlerdir. Bunlar ne mü’minlerdir ve ne de Allah’ın dostlarıdırlar. Bunların yanına şeytanlar yaklaşırlar ve onlara vahyederler. Ve bu şeytanlar kapalı yada kolay görünmeyen gizli bazı işlerini haber verirler ve onların sihir cinsinden olağanüstü bazı tasarrufları vardır. Onlar sihir ve kehânet cinsinden şeytanlar onlara inerler.

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿هَلْ أُنَبِّئُكُمْ عَلَى مَن تَنَزَّلُ الشَّيَاطِينُ {221} تَنَزَّلُ عَلَى كُلِّ أَفَّاكٍ أَثِيمٍ {222} يُلْقُونَ السَّمْعَ وَأَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَ

 

    «Size, şeytanların kimlere indiğini haber vereyim mi? Onlar, çok günâh işleyen yalancılara inerler. Bunlar, şeytanlara kulak verirler; çoğu yalancılardır. »[45]

 

Bunların hepsi peygamberlere tabi olmadıklarında gaibden haber verme ve görülmemiş, duyulmamış garip acayipliklere nisbet olurlar. Mutlaka onların ve şeytanlarının yalanlanması gerekir. Onların amellerinin içerisinde şirk, zulüm, kötülükler, aşırılık ve ibadette bidat çeşitlerinden ma’siyet ve günahkârlık vardır.

 

Bunun için şeytanlar inerek onlara yaklaşırlar. Bunun üzerine onlar da Allah’ın dostlarından değil, şeytanın dostlarından olmuşlardır.

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿وَمَن يَعْشُ عَن ذِكْرِ الرَّحْمَنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَاناً فَهُوَ لَهُ قَرِينٌ

 

«Allah’ın zikrini kim umursamazsa, ona bir şeytanı musallat ederiz de, artık o, ondan ayrılmayan bir arkadaş olur. »[46]

Rahman’ın zikri, Kur’an gibi Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in gönderildiği zikirdir. Kim Kur’an’a iman etmez, onun emirlerini doğrulamaz ve onun emirlerinin vacipliliğine itikat etmezse, Allah’tan yüz çevirmiş olur ki böylelikle  şeytan da ona yaklaşmış olur.

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿وَهَذَا ذِكْرٌ مُّبَارَكٌ أَنزَلْنَاهُ أَفَأَنتُمْ لَهُ مُنكِرُونَ

 

«Bu da, (Muhammed’e) indirdiğimiz mübarek bir öğüttür. »[47]

 

﴿وَمَنْ أَعْرَضَ عَن ذِكْرِي فَإِنَّ لَهُ مَعِيشَةً ضَنكاً وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ أَعْمَى {124} قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَنِي أَعْمَى وَقَدْ كُنتُ بَصِيراً {125} قَالَ كَذَلِكَ أَتَتْكَ آيَاتُنَا فَنَسِيتَهَا وَكَذَلِكَ الْيَوْمَ تُنسَى

 

«Kim de beni anmaktan yüz çevirirse, onun için dar bir geçim vardır. Kıyâmet günü de onu kör olarak haşrederiz. O, “Rabbim! Niçin beni kör olarak haşrettin; halbuki ben gören bir kimse idim?” der. Allah da şöyle buyurur: “Öyle. Sana âyetlerimiz gelmişti de, sen onları unutmuştun; bugün de sen öyle unutulursun” »[48]

 

Bu da delalet etmektedir ki O’nun zikri, indirmiş olduğu âyetleridir. Bu yüzdendir ki, bir kimse Allah Subhânehu ve Teâlâ’yı güzel bir şekilde zühdle beraber gece gündüz daima zikreder, kullukta O’na çalışkan bir şekilde ibadet eder, fakat Allah’ın indirmiş olduğu zikre ki o Kur’an’dır, tabi olmazsa o, şeytanın dostlarındandır. Havada uçsa, suyun üzerinde yürüse bile. Muhakkak ki şeytan onu havada taşımaktadır. Bu mesele içinde bulunduğumuz bu konudan ayrı ve geniştir.

 

 

 

 

 

FASIL

 

 

 

İnsanlardan bazılarında iman olmasına karşın nifaktan bir şube de vardır. Buhari ve Muslim de, Abdullah b. Ömer radıyallahu anhu’nun Nebi sallallahu aleyhi ve sellemden rivayetinde Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

 

«Şu dört şey kimde bulunursa halis bir münafık olur. Kimde onlardan bir haslet varsa, taki onu terk edene kadar onda nifaktan bir haslet vardır : Konuştuğunda yalan söyler, vaat ettiğinde sözünü bozar, itimat edildiğinde (kendisine güvenildiğinde) hıyanetlik eder, sözleştiğinde vefasızlık eder ve münakaşa ettiğinde haktan ayrılıp batılı ve yalanı söyler. »[49] 

 

Yine Buhari ve Muslimde, Ebu Hureyre radıyallahu anhu’dan Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den bildirdiği bir hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

 

«İman altmış veya yetmiş küsür şubedir. En üstünü “La İlahe İllallah” sözü, en aşağısı ise yolda insanlara eza  verici şeyleri izale etmektir. Haya da imandan bir şubedir. »[50]

 

Nebi sallallahu aleyhi ve sellem burada kimde bu hasletlerden biri bulunursa, tâki onu terk edene kadar nifaktan bir haslet olduğunu beyan etmiştir.

 

Yine Buhari ve Muslim’de geçen bir hadiste; Bilal radıyallahu anhu’ya “Siyahî kadının oğlu” diye ayıplayan mü’minlerin en hayırlılarından olan Ebu Zer radıyallahu anhu’ya “Sen de cahiliye izleri var” sözüne karşın Ebu Zer şöyle der: “Yaşlılığıma rağmen mi?”  Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem  “Evet” buyurur.[51]

 

Buhari ve Muslim de gelen bir hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

«Ümmetimdeki şu dört haslet, hala terk etmedikleri cahiliye adetlerindendir : Asil soyuyla övünmek, nesepleri ayıplama, ölülerin üzerine sesli bir şekilde ağlayıp yakarma ve yıldızlara bakarak yağmur isteme. »[52]

 

Buhari ve Muslim’deki başka bir hadiste Ebu Hureyre radıyallahu anhu’nu Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den bildirdiğine göre Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

 

«Münafığın alâmeti üçtür : Konuştuğunda yalan söyler, söz verdiğinde sözünde durmaz ve kendisine güvenildiğinde hıyanetlik eder.

 Muslim de geçen rivayette şu ibare mevcuttur: “Oruç tutsa da, namaz kılsa da ve kendisinin müslüman olduğunu iddia etse bile” »[53]

 

Buhari de İbnu Muleyka’nın şöyle dediği rivayet olunur:

«Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sahabesinden otuz kişiyi idrak ettim. Onların hepsi de kendi nefislerinde nifaktan korkuyorlardı. »

 

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿وَمَا أَصَابَكُمْ يَوْمَ الْتَقَى الْجَمْعَانِ فَبِإِذْنِ اللّهِ وَلِيَعْلَمَ الْمُؤْمِنِينَ{166} وَلْيَعْلَمَ الَّذِينَ نَافَقُواْ وَقِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْاْ قَاتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أَوِ ادْفَعُواْ قَالُواْ لَوْ نَعْلَمُ قِتَالاً لاَّتَّبَعْنَاكُمْ هُمْ لِلْكُفْرِ يَوْمَئِذٍ أَقْرَبُ مِنْهُمْ لِلإِيمَانِ

 

«İki ordunun karşılaştıkları gün, başınıza gelen felâket, Allah’ın izniyledir ve mü’min olanları ortaya çıkarması içindir. Ve bir de münafık olanları… Nitekim onlara, “gelin, Allah yolunda savaşın; yahut (düşmana) karşı durun” denilince, “savaş olacağını bilsek, elbette size uyardık” demişlerdir. O gün onlar, imandan çok küfre yakındılar. »[54]

 

Bunlar küfre, îmandan daha yakın kılındılar ve kendilerinin (îmanla küfrü) bir araya getirdiklerini ve küfürlerinin daha kuvvetli olduğunu, onlardan başkasında ise, (îman ve küfür) bir araya gelmiş, onun îmanı ise daha güçlü olmuştur.

 

Allah’ın dostları, Allah’tan hakkıyla korkan mü’minler olduğuna göre, kulum îmanı ve takvasıyla onun dostluğu Allah Teâlâ için olur. Her kimin îmanı ve takvası kâmil olursa, onun Allah dostluğu da kâmil olur. İnsanların Allah’a olan dostlarında birbirlerine karşı üstünlükleri vardır. Bu birbirlerine karşı olan üstünlük, îman ve takva üstünlüğüdür. Yine Allah düşmanlarının da birbirlerine karşı üstünlükleri vardır. Onların birbirlerine karşı olan üstünlükleri ise küfür ve nifaktadır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿وَإِذَا مَا أُنزِلَتْ سُورَةٌ فَمِنْهُم مَّن يَقُولُ أَيُّكُمْ زَادَتْهُ هَـذِهِ إِيمَاناً فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ فَزَادَتْهُمْ إِيمَاناً وَهُمْ يَسْتَبْشِرُونَ {124} وَأَمَّا الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ فَزَادَتْهُمْ رِجْساً إِلَى رِجْسِهِمْ وَمَاتُواْ وَهُمْ كَافِرُونَ

 

«Bir sûre indirildiği zaman, o münafıklar arasında, “bu sûre hanginizin îmanını artırdı?” diyenler vardır.İşte o îman edenler var ya, onların îmanını artırmıştır. Ve bunu, birbirlerine müjdelerler. Halbuki kalplerinde bir hastalık bulunanlar ise, onların pisliklerine bir pislik daha katmış ve kâfir olarak ölmüşlerdir.»[55]   

 

﴿إِنَّمَا النَّسِيءُ زِيَادَةٌ فِي الْكُفْرِ

 

« (Haram ayları) ertelemek ancak küfürde ziyadeliktir. »[56] 

 

﴿     وَالَّذِينَ اهْتَدَوْا زَادَهُمْ هُدًى وَآتَاهُمْ تَقْواهُمْ

 

« Hidayete erenler ise, Allah, onların hidayetlerini arttırmıştır ve takvalarını korumuştur. »[57]  

      

       Allah Teâlâ münafıklar hakkında şöyle buyuruyor:

 

﴿فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ فَزَادَهُمُ اللّهُ مَرَضاً وَلَهُم عَذَابٌ أَلِيمٌ بِمَا كَانُوا يَكْذِبُونَ

« Onların kalplerinde bir hastalık vardır; Allah’ta hastalıklarını gittikçe artırmıştır. »[58]   

 

Allah Subhânehû ve Teâlâ şöyle beyan ediyor: Bir şahısta, îmanı derecesinde Allah’ın dostluğundan bir payı olabileceği gibi, küfrü ve nifağı derecesinde de Allah’ın düşmanlığından bir payı olabilir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿وَيَزْدَادَ الَّذِينَ آمَنُوا إِيمَاناً

 

« Îman edenlerin imanını artırsın. »[59]

﴿لِيَزْدَادُوا إِيمَاناً مَّعَ إِيمَانِهِمْ

 

« Îmanlarına îman katsınlar. »[60]   

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

FASIL

 

 

 

Allah’ın dostları iki kısımdır: Öne geçenler ve yakın olanlar, orta yolda olan Ashabul-Yemîn (sağ halkı). Allah Teâlâ Kitabının bir çok yerinde onları zikretmiştir. Vâkıâ sûresinin başında ve sonunda, İnsan, Mutaffifîn ve Fâtır sûrelerinde. Allah Subhânehû ve Teâlâ Vâkıa sûresinin başında büyük kıyâmetten, sonunda da küçük kıyâmetten bahsetmiştir. Bu sûrenin başında Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 

﴿إِذَا وَقَعَتِ الْوَاقِعَةُ {1} لَيْسَ لِوَقْعَتِهَا كَاذِبَةٌ {2} خَافِضَةٌ رَّافِعَةٌ{3} إِذَا رُجَّتِ الْأَرْضُ رَجّاً {4} وَبُسَّتِ الْجِبَالُ بَسّاً {5} فَكَانَتْ هَبَاء مُّنبَثّاً {6} وَكُنتُمْ أَزْوَاجاً ثَلَاثَةً {7} فَأَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ {8} وَأَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ مَا أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ {9} وَالسَّابِقُونَ السَّابِقُونَ {10} أُوْلَئِكَ الْمُقَرَّبُونَ {11} فِي جَنَّاتِ النَّعِيمِ {12} ثُلَّةٌ مِّنَ الْأَوَّلِينَ {13} وَقَلِيلٌ مِّنَ الْآخِرِينَ

 

« Kıyamet koptuğu zaman, onun vukuunda hiçbir yalan olmadığı anlaşılacaktır. O, kimi için alçaltıcı, kimi için de yükselticidir. Yer sarsıldık-ca sarsıldığı, dağlar darmadağın olup toz haline geldiği ve siz de üç sınıf olduğunuz zaman, işte o meymenetli olanlar (amel defteri sağ tarafından verilenler)  ne mutludur o meymenetliler. Ve o meymenetsiz olanlar (amel defteri sol tarafından verilenler), ne bedbahttır o meymenetsizler!

Allah’ın tâatinde öne geçenler, O’nun rahmetinde de önde olanlardır. İşte bunlar, nimet cennetlerinde Rableri katında gözde olanlardır. Bunların çoğu evvelkilerden, azı da sonrakilerdendir. »[61]   

 

Bu, Allah Teâlâ’nın evvelkileri ve sonrakileri topladığı, büyük kıyametin koptuğunda insanların kısımlara ayrılmasıdır. Allah Teâlâ’ nın sûrenin sonunda vasfettiği gibi:

 

﴿ فَلَوْلَا إِذَا بَلَغَتِ الْحُلْقُومَ {83} وَأَنتُمْ حِينَئِذٍ تَنظُرُونَ {84} وَنَحْنُ أَقْرَبُ إِلَيْهِ مِنكُمْ وَلَكِن لَّا تُبْصِرُونَ {85} فَلَوْلَا إِن كُنتُمْ غَيْرَ مَدِينِينَ{86} تَرْجِعُونَهَا إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ {87} فَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ الْمُقَرَّبِينَ{88} فَرَوْحٌ وَرَيْحَانٌ وَجَنَّةُ نَعِيمٍ {89} وَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ أَصْحَابِ الْيَمِينِ {90} فَسَلَامٌ لَّكَ مِنْ أَصْحَابِ الْيَمِينِ {91} وَأَمَّا إِن كَانَ مِنَ الْمُكَذِّبِينَ الضَّالِّينَ {92} فَنُزُلٌ مِّنْ حَمِيمٍ {93} وَتَصْلِيَةُ جَحِيمٍ{94} إِنَّ هَذَا لَهُوَ حَقُّ الْيَقِينِ {95} فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ

 

« Can boğaza dayandığında ve siz de o sırada bakıp dururken, biz size ondan daha yakınız, fakat siz görmezsiniz. Mademki kıyamet günü hesaba çekilecek değilsiniz, eğer sözünüzde sadık iseniz, çıkmak üzere olan o canı geri getirmeniz gerekmez mi? Eğer ölen kişi, Allah’a yaklaştırılanlardan ise, o, rahatlık, bol rızık ve nimet cennetindedir. Ve eğer meymenetlilerden ise, meymenetlilerden sana selam olsun. Yok eğer yalanlayan sapıklardan ise, ona kaynar sudan bir konuk sofrası ve cehenneme atılış vardır. İşte asıl gerçek olan da budur. O halde yüce Rabbinin adıyla tesbih et. »[62]   

 

Allah Teâlâ İnsan Sûresi’nde şöyle buyuruyor:

 

﴿إِنَّا هَدَيْنَاهُ السَّبِيلَ إِمَّا شَاكِراً وَإِمَّا كَفُوراً {3} إِنَّا أَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ سَلَاسِلَا وَأَغْلَالاً وَسَعِيراً {4} إِنَّ الْأَبْرَارَ يَشْرَبُونَ مِن كَأْسٍ كَانَ مِزَاجُهَا كَافُوراً {5} عَيْناً يَشْرَبُ بِهَا عِبَادُ اللَّهِ يُفَجِّرُونَهَا تَفْجِيراً {6} يُوفُونَ بِالنَّذْرِ وَيَخَافُونَ يَوْماً كَانَ شَرُّهُ مُسْتَطِيراً {7} وَيُطْعِمُونَ الطَّعَامَ عَلَى حُبِّهِ مِسْكِيناً وَيَتِيماً وَأَسِيراً {8} إِنَّمَا نُطْعِمُكُمْ لِوَجْهِ اللَّهِ لَا نُرِيدُ مِنكُمْ جَزَاء وَلَا شُكُورا{9} إِنَّا نَخَافُ مِن رَّبِّنَا يَوْماً عَبُوساً قَمْطَرِيراً {10} فَوَقَاهُمُ اللَّهُ شَرَّ ذَلِكَ الْيَوْمِ وَلَقَّاهُمْ نَضْرَةً وَسُرُوراً {11} وَجَزَاهُم بِمَا صَبَرُوا جَنَّةً وَحَرِيراً{12} مُتَّكِئِينَ فِيهَا عَلَى الْأَرَائِكِ لَا يَرَوْنَ فِيهَا شَمْساً وَلَا زَمْهَرِيراً

 

« Sonra da ona gideceği yolu gösterdik. Kimi şükrederek bu yoldan gider; kimi de kâfir olarak ondan sapar. Kâfirler için elbette zincirler, halkalar ve alevli cehennem hazırladık. İyiler  ise, karışımı kâfûr olan bir tastan içerler. O kâfûr, bir pınardır ki, onu, diledikleri yere fışkırtıp akıtan Allah’ın kulları içerler. Kendilerine vâcip kıldıkları adağı yerine getirirler, kötülüğü yaygınlaşmış olan bir günden korkarlar. İçlerinin çekmesine rağmen, yiyeceklerini yoksula, yetime ve esire yedirirler. “Biz sizi sırf Allah rızası için doyuruyoruz. Sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz.”

“Biz, yüzleri asıklaştıracak olan bir günde Rabbimizden korkarız” derler. Allah da onları bu günün şerrinden korur ve yüzlerine parlaklık, kalplerine de neşe verir. Sabretmiş olmaları dolayısıyla onları, cennetle ve ipekle mükafatlandırır. Cennette sedirlere yaslanmış olarak, ne yakıcı güneş görürler, ne de dondurucu soğuk…»[63] 

 

Yine Mutaffifin Sûresi’nde zikrederek şöyle buyuruyor:

 

﴿كَلَّا إِنَّ كِتَابَ الفُجَّارِ لَفِي سِجِّينٍ {7} وَمَا أَدْرَاكَ مَا سِجِّينٌ {8} كِتَابٌ مَّرْقُومٌ {9} وَيْلٌ يَوْمَئِذٍ لِّلْمُكَذِّبِينَ {10} الَّذِينَ يُكَذِّبُونَ بِيَوْمِ الدِّينِ {11} وَمَا يُكَذِّبُ بِهِ إِلَّا كُلُّ مُعْتَدٍ أَثِيمٍ {12} إِذَا تُتْلَى عَلَيْهِ آيَاتُنَا قَالَ أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ {13} كَلَّا بَلْ رَانَ عَلَى قُلُوبِهِم مَّا كَانُوا يَكْسِبُونَ {14} كَلَّا إِنَّهُمْ عَن رَّبِّهِمْ يَوْمَئِذٍ لَّمَحْجُوبُونَ {15} ثُمَّ إِنَّهُمْ لَصَالُوا الْجَحِيمِ {16} ثُمَّ يُقَالُ هَذَا الَّذِي كُنتُم بِهِ تُكَذِّبُونَ {17} كَلَّا إِنَّ كِتَابَ الْأَبْرَارِ لَفِي عِلِّيِّينَ{18} وَمَا أَدْرَاكَ مَا عِلِّيُّونَ {19} كِتَابٌ مَّرْقُومٌ {20} يَشْهَدُهُ الْمُقَرَّبُونَ{21} إِنَّ الْأَبْرَارَ لَفِي نَعِيمٍ {22} عَلَى الْأَرَائِكِ يَنظُرُونَ {23} تَعْرِفُ فِي وُجُوهِهِمْ نَضْرَةَ النَّعِيمِ {24} يُسْقَوْنَ مِن رَّحِيقٍ مَّخْتُومٍ {25} خِتَامُهُ مِسْكٌ وَفِي ذَلِكَ فَلْيَتَنَافَسِ الْمُتَنَافِسُونَ {26} وَمِزَاجُهُ مِن تَسْنِيمٍ {27} عَيْناً يَشْرَبُ بِهَا الْمُقَرَّبُونَ

 

« Fakat hayır, ölçüde hile yapmaktan sakının! Zira kötü iş yapanların amelleri “siccin” denilen kitapta yazılıdır. “Siccin”in ne olduğunu sen bilemezsin, o işaretlenmiş bir kitaptır. O gün, ceza gününü yalanlayanların vay haline! Onu her haddi aşan günahkârlardan başkası yalanlamaz. Ona âyetlerimiz okunduğu zaman “evvelkilerin masalları” der. Hayır, dedikleri gibi değil fakat onların amelleriyle kazanmış oldukları şey, kalplerini paslandırmıştır. Hayır, o gün onlar Rablerini görmekten mutlaka mahrum kalacaklardır. Sonra da onlar, varıp cehenneme gideceklerdir. Daha sonra da onlara denilecektir ki: “İşte sizin yalanlayıp durduğunuz şey işte budur”. Hayır, onların dedikleri gibi değil. İyilerin kitabı şüphesiz “İlliyyûn” dadır. “İlliyyûn” un ne olduğunu sen bilemezsin. O, Allah’a yakın olan meleklerin gördüğü işaretlenmiş bir kitaptır. Şüphe yoktur ki iyiler, nimet içinde ve sedirler üzerinde nimetleri seyrederler. Onları, yüzlerindeki nimet parıltısından tanırsın. Onlara, bitimi misk kokan, mühürlü hâlis bir şarap içirilir. Yarışanlar işte bunun için yarışsınlar. Bu şarabın karışımı, cennette gözdelerin içtiği yukarıdan akan bir kaynaktır. »[64]  

 

İbnu Abbas ve seleften gelen haberde, onlar şöyle diyorlar:

“Ashabul-Yemin (sağ halkı) için karışımlar (şerbet) vardır. Oradan mukarrabûn (yakın olanlar) saf olarak içerler. Allah Teâlâ’nın “Oradan içenler” âyetinde buyurduğu gibi. Bunu içenler ondan başkasına ihtiyaç duymazlar. Bu yüzden onu katkısız içerler. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:

 

﴿ إِنَّ الْأَبْرَارَ يَشْرَبُونَ مِن كَأْسٍ كَانَ مِزَاجُهَا كَافُوراً {5} عَيْناً يَشْرَبُ بِهَا عِبَادُ اللَّهِ يُفَجِّرُونَهَا تَفْجِيراً

 

« İyileri ise, karışımı kâfûr olan bir tastan içerler. O kâfûr, bir pınardır ki, onu, diledikleri yere fışkırtıp akıtan Allah’ın kulları içerler. »[65]   

 

Bu sûrede zikredilen Mukarrabûn (yakın olanlar) Allah’ın kullarıdır. Böyledir, çünkü ceza (karşılık) hayırda da şerde de amelin cinsindendir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in buyurduğu gibi:

 

« Kim bir mü’minin dünya sıkıntılarından bir sıkıntısını giderirse, Allah da onun kıyamet günü sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir. Kim kolaylaştırırsa Allah da dünya ve âhirette ona kolaylaştırır. Kim bir müslümanın bir ayıbını örterse Allah’da onun hem dünya hem de âhirette bir ayıbını örter. Kul, kardeşinin yardımında olduğu sürece Allah da o kulunun yardımındadır. Kim bir yola girer, o yolda da ilim isterse (talep ederse) Allah da ona cennete giden yolu kolaylaştırır.

Bir topluluk Allah’ın evlerinden bir evde toplanırlar, Allah’ın Kitabı’nı okurlar ve onu kendi aralarında ders yaparlarsa üzerlerine sekînet iner, onları rahmet kaplar, melekler onları kuşatır, Allah Teâlâ onları katında olanlara zikreder. Her kim amelinin gecikmesine sebep olursa nesebi tez davranmaz. »[66] Muslim sahihinde rivayet etmiştir. [67]

 

Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

« Merhamet edenlere, Rahman’da merhamet eder. Sizler yeryüzündekilere merhamet edin ki, semadaki (Allah’da) size merhamet etsin.»[68]  Tirmizi hadisin sahih olduğunu söylemiştir.

 

Sünen kitaplarında gelen başka bir hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

 

« Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: Ben Rahmanım, merhameti yarattım ve onun için ismimden bir ismi yardım. Kim ona ulaşırsa, ben de ona ulaşırım. Kim de onu keserse, ben de onu kesip koparırım. »[69]

 

Yine şöyle buyurur sallallahu aleyhi ve sellem :

« Kim birleştirirse, Allah onu birleştirir, kim de keserse Allah’da onu keser.»[70]  Bu tür rivayetler çoktur.

 

 Daha önce geçtiği gibi Allah’ın dostları iki kısımdır: Mukarrabun ve Ashabul-Yemin. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem bu iki kısmın amelini evliya hadisinde zikrederek şöyle buyurmuştur:

 

« Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: Kim benim dostuma düşmanlık ederse bana harp ilan etmiştir. Kulun kendisine farz kıldığım ibadetlerin edasıyla bana yaklaştığı gibi, başka bir şeyle yaklaşmamıştır. Kulum bana nafilelerle yaklaşmaya devam eder, tâki ben de onu severim. Onu sevdiğim zaman duyan kulağı, gören gözü, tutan elleri ve yürüyen ayağı olurum. »[71]

 

Sadık olan Ashabul-Yemin (sağ halkı) Allah’a farzlarla yakınlaşanlardır. Onlar, Allah’ın üzerlerine vâcip kıldığını yaparlar ve Allah’ın üzerlerine haram kıldığını terk ederler. Kendi üzerlerine mendupları üstlenmedikleri gibi, olur olmaz mübahlardan da vazgeçmezler.

 

Sabikûn-Mukarrabun (öne geçenler ve yakın olanlar) ise Allah’a farzlardan sonra nafilelerle yaklaşırlar. Vacipleri ve müstehapları yerine getirirler, haramları ve mekruhları terk ederler. Allah’a, O’nun sevdiği amellerden güçlerinin yettiklerini yaparak bütünüyle yaklaşmaya başladıklarında, Rab’da onları tam bir muhabbetle sever. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:

 

« Kulum bana nafilelerle yaklaşmaya devam eder. Hatta ben de onu severim. » Yani Allah Teâlâ’nın şu âyetinde buyurduğu gibi mutlak bir sevgidir:

 

﴿اهدِنَــــا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ {6} صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ غَيرِ المَغضُوبِ عَلَيهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ

 

« Bizi doğru yola ulaştır. Kendilerine nimet nimet verdiğin kimselerin yoluna… Gazabına uğrayanların ve sapık olanların yoluna değil. »[72]

 

Yani; Allah Teâlâ’nın aşağıdaki âyette buyurduğu gibi onları tam ve mutlak nimetlerle nimetlendirmiştir:

 

﴿وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَـئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ وَحَسُنَ أُولَـئِكَ رَفِيقاً

 

« Her kim Allah’a ve peygamberlere itaat ederse, işte böyleleri, (kıyamet gününde) Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddîkler, şehidler ve Sâlihlerle beraberdirler. Onlar en iyi arkadaştırlar. »[73]

 

Bu mukarrabûn (yaklaşanlar), mübahlar onlar için Allah Azze ve Celle’ye yaklaştıkları bir tâat olmuştur. Amellerinin hepsi Allah için ibadet (kulluk) olmuştur. Bunun üzerine katıksız saf şaraptan içerler. Allah için katıksız amel işledikleri gibi.

 

Muktesidûn (orta bir yol izleyenler) ise, onların amellerinde, kendi nefisleri için yaptıkları vardır. Onun cezası olmadığı gibi sevabı da yoktur ve onlar saf katıksız şaraptan da içmezler. Bilakis onlar için, Mukarrabûn’un (yaklaşanlar) içeceklerinden dünyadaki karıştırdıkları içeceklerden olan karışım (şerbet-şarap) vardır.

 

Nebilerin, Resul-Kul ve Nebi-Melik(kral) taksimine bakıldığında, Allah Subhânehû ve Teâlâ Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’i Resul-Kul, Nebi-Melik (kral) taksimi arasında O’nu Resul-Kul olarak seçmiştir. Nebi-Melik ise, tıpkı Davud ve Süleyman ve o ikisinin benzerleri gibileridir. (Allah’ın salat ve selamı onların üzerine olsun.) Allah Teâlâ Süleyman aleyhisselam’ın kıssasında şöyle buyurmuştur:

 

﴿قَالَ رَبِّ اغْفِرْ لِي وَهَبْ لِي مُلْكاً لَّا يَنبَغِي لِأَحَدٍ مِّنْ بَعْدِي إِنَّكَ أَنتَ الْوَهَّابُ {35} فَسَخَّرْنَا لَهُ الرِّيحَ تَجْرِي بِأَمْرِهِ رُخَاء حَيْثُ أَصَابَ {36} وَالشَّيَاطِينَ كُلَّ بَنَّاء وَغَوَّاصٍ {37} وَآخَرِينَ مُقَرَّنِينَ فِي الْأَصْفَادِ {38} هَذَا عَطَاؤُنَا فَامْنُنْ أَوْ أَمْسِكْ بِغَيْرِ حِسَابٍ

 

« Demişti ki: “Rabbim! Beni bağışla ve bana, benden sonra hiç kimseye nasip olmayacak bir hükümranlık ihsan et. Şüphesiz dâima ihsan eden sensin.” Emriyle istediği yere yumuşak bir şekilde esip giden rüzgârı, bina  yapan ve dalgıçlık eden şeytanları ve yine şeytanlardan zincire vurulmuş diğerlerini ona tâbi kılmıştık. “Bu bizim (sana) ihsanımızdır; ister ver, ister tut; hesapsızdır” (demiştik). »[74]

 

Yani; istediğine ver, istediğine verme, senin üzerine hesap yoktur. Hükümdar olan Nebi, Allah’ın üzerine farz kıldığını yapar ve Allah’ın haram kıldığını terk eder. Üzerine hiçbir günah olmaksızın hükümranlık ve malda seçtiği ve sevdiğini yapar.

 

Resul-Kul olana gelince; birisine ancak Allah’ın emriyle verebilir. İstediğine verip, istediğinden de bunu haram kılamaz. Bilakis Rabbisinin ona vermesiyle verebilir. Rabbisinin emriyle O’nun vali tayin ettiği, vali tayin edilir. Amellerin hepsi Allah Teâlâ için ibadettir (kulluktur). Buhari’nin sahihinde Ebu Hureyre radıyallahu anhu’dan gelen rivayet gibi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

 

« Allah’a yemin olsun ki ben, ne bir kimseye verebilir, ne de bir kimseden men edebilirim. Ben ancak bölüştürenim ve emrolunduğuma göre yerleştiririm. » [75]   Bunun manası; ne bir kişiye verebilirim, ne de onu men edebilirim. Bu ancak Allah’ın emriyledir.)

 

Bunun içindir ki şerî malları Allah’a ve Rasûlüne bağlamıştır. Allah Teâlâ’nın şu âyetinde buyurduğu gibi:

 

﴿قُلِ الأَنفَالُ لِلّهِ وَالرَّسُولِ

 

«  De ki: “Enfal” (harp ganimetleri) Allah’a ve Rasûle âittir. »[76]

 

﴿مَّا أَفَاء اللَّهُ عَلَى رَسُولِهِ مِنْ أَهْلِ الْقُرَى فَلِلَّهِ وَلِلرَّسُولِ

 

« Allah’ın şehir halkının mallarından Rasûlüne verdiği ganimetler Allah’a ve Rasûle âittir. »[77]  

 

﴿وَاعْلَمُواْ أَنَّمَا غَنِمْتُم مِّن شَيْءٍ فَأَنَّ لِلّهِ خُمُسَهُ وَلِلرَّسُولِ

 

« Şunu da bilin ki, ganîmet olarak aldığınız bir şeyin beşte biri mutlaka Allah’a ve Rasûlüne aittir. »[78]  

 

Bunun içindir ki alimlerin bu konuda ki en açık sözleri; bu mallar Veliyyul-Emrin ictihadı doğrultusunda Allah ve Rasûlünün sevdiği şeylerde tasarruf edilir. Maliki mezhebinin ve seleften başka alimlerin görüşleri de böyledir. Bu, Ahmed’den rivayet olarak zikredilir. Beşte bir hakkında ise şöyle denildi:

 

Şafiînin ve Ahmed’in söyledikleri gibi o (ganimet) beşe bölünür. Ebu Hanife’de ganimet mallarının üçe bölüneceğini söylemiştir.

Buradaki maksat ise, Rasûl-Kul’un, Nebi-Hükümdar olandan daha üstün olduğudur. Tıpkı İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed’in (salat ve selam onların üzerine olsun), Yusuf, Davud ve Süleyman’dan (salat ve selam onların üzerine olsun) üstün oldukları gibi. Yine Mukarrabûn-Sabikûn (yaklaşanlar-öne geçenler)’un orta yollu Ashabul-Yemîn (sağ halkı)’den daha üstün olması gibi. Her kim Allah’ın üzerine vacib kıldığını eda eder ve mübahlardan hoşuna gittiğini yaparsa, o, bunlardandır (orta yollu Ashabul-Yemîn). Her kim de Allah’ın sevdiği ve razı olduğunu yapar, bundan da Allah’ın emrettiği mübahlara sığınırsa bu da onlardandır (Mukarrabûn-Sabikûn).

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

FASIL

 

 

 

 

Allah Subhânehû ve Teâlâ dostları olan Sabikûn (öne geçenler) ve Muktesidûn (mutedil olanlar)’ı Fâtır Sûresi’nde şöyle zikrediyor:

 

﴿ثُمَّ أَوْرَثْنَا الْكِتَابَ الَّذِينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَا فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ وَمِنْهُم مُّقْتَصِدٌ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ بِإِذْنِ اللَّهِ ذَلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَبِيرُ {32} جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا يُحَلَّوْنَ فِيهَا مِنْ أَسَاوِرَ مِن ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤاً وَلِبَاسُهُمْ فِيهَا حَرِيرٌ {33} وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَذْهَبَ عَنَّا الْحَزَنَ إِنَّ رَبَّنَا لَغَفُورٌ شَكُورٌ {34} الَّذِي أَحَلَّنَا دَارَ الْمُقَامَةِ مِن فَضْلِهِ لَا يَمَسُّنَا فِيهَا نَصَبٌ وَلَا يَمَسُّنَا فِيهَا لُغُوبٌ

 

« Sonra bu Kitab’ı, kullarımızdan seçtiğimiz kimselere miras olarak bıraktık. Şu var ki, bunların içinde, kendisine zulmeden vardır; mutedil olan vardır ve Allah’ın izniyle hayır işlerinde koşturan vardır. İşte bu miras, Allah’tan büyük lütuftur. Bu mirasa konanlar Adin cennetlerine girerler. Orada altın bilezik ve incilerle süslenirler. Orada ki elbiseleri de ipektir. Derler ki: “Korkuyu bizden gideren Allah’a hamdolsun. Şüphe yoktur ki Rabbimiz çok bağışlayıcıdır; çok merhametlidir.”

“Çünkü lütfu ile bizi kalınacak olan cennete yerleştirecek olan O’dur. Bize orada ne bir yorgunluk dokunur, ne de bir usanç gelir. »[79] 

 

Fakat bu âyetteki üç sınıf, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmetine hastır. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:



[1] Yûnus Sûresi: 62-64

[2] Bakara Sûresi: 257

[3] Mâide Sûresi : 51-56

[4] Kehf Sûresi: 44

[5] Nahl Sûresi : 98-100

[6] Nisa Sûresi: 76

[7] Kehf Sûresi : 50

[8] Nisâ Sûresi: 119

[9] Âl-i İmran Sûresi: 173-175

[10] A’râf Sûresi: 27-30

[11] En’âm Sûresi: 121

[12] Meryem Sûresi : 45

[13] Mumtehine Sûresi: 1-5

[14] Yûnus Sûresi : 62-63

[15] Buhari: 6502

[16] Ahmed Müsnedinde 3/430, Heysemi Mucemma Ez-Zevaid 1/89 Şeyh Elbani bu hadisin hasen olduğunu söylemiştir (Sahiha: 1728)

[17] Ebu Davûd: 4681, Ahmed Müsnedinde: 3/438 ve 440. Hasen bir hadisdir. (Elbani Sahihasında: 380)

[18] Mumtehine Suresi: 1

[19] Şûra Sûresi: 13

[20] Ahzâb Sûresi: 7-8

[21] Buhari: 238, Nesâi: 3/85-87, Ahmed Müsned’inde: 3/243,249,274,312,341 Ebu Hureyre hadisi

[22] Tirmizi: 3693 (3701), Ebu Davûd: 4673, Muslim: 2278: Ebu Hureyre hadisi: «Kabirden ilk diriltilecek olan benim) lafzıyla gelmiştir.

[23] Muslim: 197, Ahmed Musned’inde: 3/136.

[24] Âl-i İmran Sûresi: 31

[25] Mâide Sûresi: 18

[26] Bakara Sûresi: 111-112

[27] Mu’minûn Sûresi: 66-67

[28] Enfâl Sûresi: 30-34

[29] Buhari: 5990, Muslim: 215, Ahmed Musned’inde: 3/203.

[30] Tahrîm Sûresi: 4

[31] Muslim: 2496, Ebu Davud: 4653, Tirmizi: 3859

[32] Ahmed Musned’inde: 5/235 Sahih bir hadistir. (Elbani: Sahihul-Cami: 2008

[33] İsrâ Sûresi: 1

[34] Buhari: 233, Muslim: 1671, Tirmizi: 72, 1846, Ebu Davud: 4364.

[35] Bu hadis, mekan ve aded olmaksızın, şahitleri ve diğer senedleriyle birlikte hasen bir hadistir. Sahavi: “El-Mekasidul-Hasene” adlı kitabında (8-11) ve “Tevabin” kitabında Abdulkadir Arnavut tahkikli. 225-226. sayfalar.

[36] Kutup: Tasavvufta, evrenin manevi yönetiminden sorumlu veliler hükümetinin başkanı.

[37] Ğavs:Tasavvufta kâinatın yönetiminden sorumlu olduğuna inanılan veliler örgütünün başı.

[38] Ahmed, Müsned’inde: 1/112.

[39] Muslim: 1065, Ahmed Müsned’inde: 3/32 ve 48, Ebu Davud: 4667, Buhari’de ise hadis başka bir lafızla gelmektedir: 3344.

[40] Yûnus Sûresi: 62-63

[41] Bakara Sûresi: 136-137

[42] Bakara Sûresi: 285-286

[43] Bakara Sûresi: 1-5

[44] Nisâ Sûresi: 150-152

[45] Şuarâ Sûresi: 221-223

[46] Zuhruf Sûresi: 36

[47] Enbiya Sûresi: 50

[48] Tâhâ Sûresi: 124-126

[49] Buhari: 34; 2459,3178 Muslim: 58

[50] Buhari: 9  Muslim: 35

[51] Buhari: 30,2545,6050  Muslim: 1661

[52] Muslim: 934

[53] Buhari: 33,2682,2749,6095 Muslim: 59 Tirmizi: 2633 Nesai: 8/117

[54] Âl-i İmran Sûresi: 166-167

[55] Tevbe Sûresi: 124-125

[56] Tevbe Sûresi: 37

[57] Muhammed Sûresi: 17

[58] Bakara Sûresi: 10

[59] Muddessir Sûresi: 31

[60] Fetih Sûresi: 4

[61] Vâkıa Sûresi: 1-14

[62] Vâkıa Sûresi: 83-96

[63] İnsan Sûresi: 3-13

[64] Mutaffifîn Sûresi: 7-28

[65] İnsan Sûresi: 5-6

[66] “Her kim amelinin gecikmesine sebep olursa onun nesebi tez davranmaz” cümlesinin manası: Kimin ameli nakıssa (eksikse) amel işleyenler ashabına kavuşamaz. Şerefli nesebine ve babalarının üstünlüğüne güvenip amellerini kısaltmaması (tembellik etmemesi) gerekir. (Muslim- Nevevi Şerhi).   Mütercim.

[67] Muslim: 2699   Ebû Davûd: 4946

[68] Ebû Dâvûd: 4941  Tirmizi: 1925  Hadis şahitleriyle sahihtir. El-Elbanî “Sahiha”: 925 

[69] Buhari “Edebul-Mufred”: 53  Ebu Davud: 1694  Tirmizi: 1908   Sahih bir hadistir. El-Elbani “Sahiha”: 540

[70] Buhari: 4830,4832  Muslim: 2254

[71] Buhari: 6502

[72] Fatiha Sûresi: 5-7

[73] Nisa Sûresi: 69

[74] Sâd Sûresi: 35-39

[75] Buhari: 3117

[76] Enfal Sûresi: 1

[77] Haşr Sûresi: 7

[78] Enfal Sûresi: 41

[79] Fâtır Sûresi: 32-35

 
Rasulallah s.a.v şöyle buyuruyor: Herkim hakkında emrimiz olmayan bir amel ile amel ederse,Reddolunmustur.'' ( MÜSLİM )  
 

GOOGLE SITE

 
Rasulallah s.a.v Veda Haccında Fetva.  
  Abdullah ibn Amr ibn As (R)'tan (o şöyle demiştir): Rasûlullah (S) Veda haccında, insanlar sorup öğrensinler diye, Minâ'da durdu. Yanına biri gelip:

- Bilemedim de kurbân kesmeden önce tıraş oldum, dedi. Rasûlullah:

- Kurbânını kes, günâhı yok, buyurdu. Diğeri gelip:

- Bilemedim de taş atmadan evvel kurbân kestim, dedi.

- Taşı at, günâhı yok, buyurdu.

Peygamber'e (o gün taş atmak, kurbân kesmek, tıraş olmak, ta­vaf etmek gibi hacc işlerinden) öne geçirilmiş veya geriye bırakılmış hiçbir şey sorulmadı ki, cevâbında: "Yap, günâhı yok" buyurmasın[BUHARİ]

ACIKLAMA : Hacc menseklerinin -ki taş atmak, kurbân kesmek, tıraş olmak ve ifâza tavafı yapmaktır- tertîb üzere edası sünnet midir, yoksa vâcib midir?

İmâm Şafiî ile İmâm Ahmed ibn Hanbel ve daha evvelki imamlardan Ata', Tavus, Mucâhid tertibin sünnetliğine kaail olup, menseklerin hangisi evvel ya­pılsa, te'hîr edildiğinden dolayı keffâret olan kan akıtmak lâzım gelmez, demiş­lerdir. Dayanakları da bu hadîs ile benzeri diğer hadîslerdir. İmâm Ebû Hanîfe ile İmâm Mâlik ve kendilerinden evvel gelen imamlardan Saîd ibn Cubeyr, Hasen Basrî, İbrâhîm Nahaî, Katâde tertibin vücûbuna, ve tertibi bozanlara kan akıtma keffâretf lâzım geleceğine kaail olmuşlardır. Her iki taraf delillerinin tafsîli, fıkıh kitâblarındadır (Ahmed Naîm).

 
İstediğiniz Sureyi Secip Dinliye Bilirsiniz  
   
MoDayMıŞ  
  Eşarbı vakkodan alınmış bone
İnanması çok zor ALLAH'IM bu ne
Altında pantolon modaymış gene
Giyinmek manası örtünmek inan
Bu fetvayı kimden aldın Müslüman?
Kısa pardösüler dizden yukarı
Renk renk başörtüler kırmızı sarı
Yüz metre öteden parlar jakarı
İslami kıyafet bu değil inan
Bu fetvayı kimden aldın Müslüman?
Daracık pardösü yırtmaç yarısı
Tamamen ortada vücut yarısı
Başları döndürür parfüm kokusu
İnsanın ziyneti hayadır inan
Bu fetvayı kimden aldın Müslüman?

Ten rengi çoraplar görmez setreni
Modada geçecek alman Ketreni
Eli kolu kuyumcu vitrini
İslami yaşayış bu değil inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Moda diye bizi soydular
Örtümüzü alıp bir kenara koydular
Bizi öyle görüp sevinç duydular
Bizim dinimizde bu yoktur inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Modern Müslüman'ın işi pratik
Evinde eşyası hep otomatik
Dokun parmağını bütün işler bitik
Bu rahatlık bizi bizden aldı Müslüman
Sadece mutluluk bu değil inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Sabah gezmesinde kahveler fallar
Çarsı pazarlarda aşındı yollar
Oğlum kızım diye yığıldı mallar
Hayatın gayesi bu değil inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Kimisi avamdan kimisi derviş
Gözleri sürmeli topuk bir karış
Modern Müslümanlar böyle giyermiş
İslam'ın özünde bu yoktur inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Üstünde pantolon kılarsın namaz
Ne olur sözümü dinlesen biraz
Rasulullah seni böyle tanımaz
Sünneti yaşamış olmazsın inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Zamanı çaldı dizi filmler
Rafları süsledi cilt cilt ilimler
Bizi görse kahrolurdu alimler
İslami yaşayış bu değil inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Süslenir püslenir gezer düğünde
Yeri baş köşedir paralı günde
Allah için nefes tüket bir günde
İslami yaşayış bu değil inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Bir de deriz Müslüman'ız hepimiz
Kötülük düşünmem, kalbimiz temiz
Namaz borcumuzdur elbet bir gün öderiz
Gerçek Müslümanlık bu değil inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Sen böyle değildin ne oldu sana
Kaygı duymuyorsun dininden yana
Sıyrıldın özünden döndün yabana
Gerçek hassasiyet bu değil inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Sormayın dertliyim bunlardan yana
Şanlı tarihine dönüp bir baksana
Üzülmez mi görse Fatıma ana
Allah seni konu yaptı Kurân'a
Nur suresinde geçiyor inan
Neden açıp okumuyorsun Müslüman
 
Bugün 28 ziyaretçi (43 klik) kişi burdaydı!
HAMD--ALEMLERİN---RABBİ----OLAN---ALLAH'ADIR
SALAT---ve---SELAM
ALLAH'IN---KULU--ve---RASULU---OLAN
MUHAMMED'E--(S.A.V)---ve---SEREFLİ---ASHABIN'A----OLSUN

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol