ßAYRAMINIZ---------------MUßAREK-------------OLSUN
 
TevhiD ve SunneT
Es Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berekatuhu..Hosgeldiniz. Allah Günahlarımızı Bagıslasın ve Bizleri Cennetine Koysun  
  بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ ANA SAYFA
  İletişim
  Ziyaretçi defteri
  Link listesi
  Namazdan sonra topluca yapılan tesbihat
  BuLuĞ-uL MeRaM
  Çalgı Aletleri
  BiDaT'LaR
  Namazı Terketmenin Hükmü
  Boncuklarla Tesbih
  İstihare Namazında Yapılan Bidatler
  EHLİ Sunnenin Bidat Hakkındaki Tavsiyeleri
  EZAN Duasındaki Bidat
  Fasık ve Bidat Ehlinin Arkasında Namaz ?
  Cocuklar Hakkındaki Hurafeler !!
  Kadınlar ve Hurafe
  Mümin Kadınlara Özel Uyarılar !!!
  Dört Mezhep İmamının iTikatı Aynıdır.!!
  Cennete Götüren Yollar..
  FıKıH
  Kabir Ziyaretiyle ilgili Bidat'ler..
  Kabrin Üzerine Bina Yapmak..
  Kabir'de Dua
  Kabir'de Kur'an Okumak!!!
  Mezhep Taassubu!
  Kandil Geceleri _1_
  Kandil Geceleri _2_
  Mirac Kandili Kutlamaları!
  MEVLİD
  Mescid'leri Süslemek!
  Bidat Tevessül
  Mutezile Hakkında!
  RABITA Şirktir..
  Sahte CEZBE!
  Şirke Düşmekten Korkmak!
  Veda Hutbesi
  Bir Bebeğin Günlüğü
  Kur'anı Nasıl Tefsir Etmeliyiz.!!
  Allahın Dostları ile Seytanın Dostları Arasındaki Fark.!!!_1_
  Allahın Dostları ile Seytanın Dostları Arasındaki Fark.!!!_2_
  Allahın Dostları ile Seytanın Dostları Arasındaki Fark.!!!_3_
  Allahın Dostları ile Seytanın Dostları Arasındaki Fark.!!!_4_
  Allahın Dostları ile Seytanın Dostları Arasındaki Fark.!!!_5_
  Zuhru Ahir Namazı..
  Yeme ve İçme Adabı..
www.kitapyurdu.com'dan satın al www.kitapyurdu.com'dan satın al
Allahın Dostları ile Seytanın Dostları Arasındaki Fark.!!!_2_

« Sonra bu Kitab’ı, kullarımızdan seçtiğimiz kimselere miras olarak bıraktık. Şu var ki, bunların içinde, kendisine zulmeden vardır; mutedil olan vardır ve Allah’ın izniyle hayır işlerinde koşturan vardır. İşte bu miras, Allah’tan büyük lütuftur.»

 

Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmeti, geçmiş ümmetlerden sonra Kitab’ı miras alanlardır. Bu Kur’an’ın korunmasına has kılınmış değildir. Bilakis, Kur’an’a îman eden herkes bunlardandır. Allah Teâlâ onları nefsine zulmeden, mutadil olanlar ve sâbık (hayırda öne geçenler) olarak kısımlara ayırdı. Bu ise “Vâkıa, Mutaffifîn ve İnsan” sûrelerindekinin hilafınadır. Kâfiriyle, mü’miniyle geçmiş ümmetler buna girerler. Bu taksim ise Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmeti içindir. Nefsine zulmedenler, günâhta ısrarcı olanlardır. Mutedil olanlar, farzları eda eden ve haramlardan sakınanlardır. Hayırda öne geçenler ise, âyetlerde geçtiği gibi farzları ve nâfileleri eda edenlerdir.

Her kim hangi günah olursa olsun güzel bir tövbeyle tövbe ederse hayırda öne geçen ve mutedil olanların dışına çıkmaz. Allah Teâlâ’nın âyetinde buyurduğu gibi:

 

﴿وَسَارِعُواْ إِلَى مَغْفِرَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ أُعِدَّتْ لِلْمُتَّقِينَ {133} الَّذِينَ يُنفِقُونَ فِي السَّرَّاء وَالضَّرَّاء وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ {134} وَالَّذِينَ إِذَا فَعَلُواْ فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُواْ أَنْفُسَهُمْ ذَكَرُواْ اللّهَ فَاسْتَغْفَرُواْ لِذُنُوبِهِمْ وَمَن يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللّهُ وَلَمْ يُصِرُّواْ عَلَى مَا فَعَلُواْ وَهُمْ يَعْلَمُونَ {135} أُوْلَـئِكَ جَزَآؤُهُم مَّغْفِرَةٌ مِّن رَّبِّهِمْ وَجَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَنِعْمَ أَجْرُ الْعَامِلِينَ

 

« Rabbinizden gelecek olan mağfirete ve takvâ sâhipleri için hazırlanan, genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun. (İşte o takvâ sahipleri) bollukta ve darlıkta, Allah yolunda sarf eden, kinlerini içlerinde tutan ve insanların kusurlarını bağışlayan kimselerdir. Allah iyilik edenleri sever.

(Yine o takvâ sahipleri) çirkin bir kötülük işlediklerinde, yahut kendilerine zulmettiklerinde, Allah’ı zikredip günâhlarının bağışlanmasını dilerler. Zaten Allah’tan başka günâhları kim bağışlar? Keza onlar, yaptıkları kötü işlerde, bile bile direnmezler. İşte böyle olanların mükâfatları, Rableri tarafından bağışlanmak ve (ağaçları) altından ırmak akan dâimî kalacakları cennetlerdir. Böyle amel edenlerin mükâfatı ne güzeldir. »[1]

 

Ve Allah Teâlâ’nın: « Onların girecekleri Adn cennetleridir. »[2]  âyetinden ehli sünnet, tevhid ehlinin cehenneme girmeyeceği sonucunu çıkarmışlardır.

 

Büyük günah işleyenlerin cehenneme girmesi ise, tıpkı onların tekrar cehennemden çıkacak olmaları, Nebimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in şefaatinin büyük günah işleyenlere olması, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in ve O’ndan başkasının şefaatiyle cehennemden çıkarılacakların olduğu Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetlerinde mütevatir olarak gelmiştir. Bazıları şöyle dediler: Büyük günâh işleyenler cehennemde ebedîdirler. Ve âyeti tevil edip sabikûnun (öne geçenlerin) cehenneme gireceklerini, mutedil olan veya nefsine zulmedenin ise girmeyeceğini söylerler. Mutezile ve Mürcienin tevil ederek, büyük günâh sahiplerinin cehenneme girmeyeceklerini ve onların hepsinin azabsız cennete gireceklerini iddia etmeleri gibi. Her ikisi de Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen mütevatir sünnetine, ümmetin ve imamların icmasına muhaliftir.

 

Bu iki taifenin sözlerinin doğru olmadığına Allah Teâlâ’nın Kitab’ında şu iki âyet işaret etmektedir:

 

﴿إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاءُ

 

« Allah, kendisine şirk koşulmayı aslâ affetmez; bunun dışındaki (günâh) leri ise, dilediği kimseler  için bağışlar. »[3]

 

Allah Teâlâ şirki bağışlamadığını ve bundan başkasını dilediği kimse için bağışlayacağını haber veriyor. Mutezilenin dediği gibi bundan muradın, tövbe edenin olduğunu söylemek caiz değildir. Çünkü Allah şirki ve şirkten başka günâhları tövbe eden için bağışlar. Meşiete bağlı değildir. Bunun içindir ki, tövbe edenler için mağfireti zikrettiğinde Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِن رَّحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعاً إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ

« (Ey Muhammed!) De ki: “Ey kendilerine karşı günâh işlemekte aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Zira Allah bütün günâhları bağışlar. O, çok bağışlayıcıdır; çok merhametlidir.” »[4]   

 

Burada Allah Teâlâ mağfireti umum kılmış ve genellemiştir. Muhakkak ki Allah, kulu hangi günahı işlerse işlesin tövbe ederse onu bağışlar. Her kim, şirkten tövbe ederse Allah onu bağışlar. Her kim, büyük günâhlardan tövbe ederse Allah onu bağışlar. Ve kul, hangi günâh olursa olsun ondan tövbe ederse, Allah onu bağışlar.

 

Tövbe âyetinde, umum kılmış ve genellemiştir. Diğer âyetlerde de hususileştirmiştir. Şirki özellemiş ve onu bağışlamamıştır. Ve bundan gayrisini meşietine bırakmıştır. [ Allah’ın bütün sıfatlarını inkâr etmek şirktendir. ] Bu, her günâhın mutlaka bağışlanacağını söyleyenlerin sözlerinin batıllığına işaret etmektedir. [ Şirkten daha büyük olan Allah’ın bütün sıfatlarını inkâr etme meselesine dikkat çekmiştir. ] Veya günâhından dolayı azap edilmeyeceğini tasvip etmişlerdir.  Bu böyle bile olsa, Allah Teâlâ günâhların bazılarını bağışlayıp Bazılarını bağışlamayacağını zikrettiğinde, velev ki nefsine zulmeden tövbesiz ve günâhları yok eden hasenât olmaksızın, bu meşiete bağlı değildir.

 

Allah Teâlâ’nın  « Bundan başkasını dilediği için bağışlar.» âyeti günâhların bazılarını bağışlayıp, bazılarını bağışlamayacağına delildir. Nefy batıl olmuş, affetmek ise geneldir.

 

     

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

FASIL

 

 

 

Allah’ın dostları, Allah’tan hakkıyla korkan mü’minler olduğuna göre, insanlar imanda ve takvada birbirlerine karşı üstünlük gösterirler. Onlar, Allah’ın dostluğunda bunun derecesinde üstünlük gösterirler. Tıpkı onların küfürde ve nifakta üstünlük gösterdikleri gibi. Yine onlar bunun derecesinde Allah’ın düşmanlığında üstünlük gösterirler.

 

Îmanın ve takvanın aslı; Allah’ın peygamberlerine imandır. Bunun toplamı ise; peygamberlerin sonuncusu Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e îmandır. O’n a îman etmek, Allah’ın Kitap’larına ve peygamberlere îmanı içine alır. Küfrün ve nifağın aslı ise; peygamberleri ve onların getirdiklerini inkâr etmektir. İşte bu, sahibinin âhirette azabı hak ettiği küfürdür. Allah Teâlâ Kitabında ancak risaletin ulaşmasından sonra azâb edeceğini haber vermiştir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولاً

 

« Biz bir peygamber göndermedikçe (hiçbir kavme) azâb edici değiliz. » [5]

 

﴿إِنَّا أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ كَمَا أَوْحَيْنَا إِلَى نُوحٍ وَالنَّبِيِّينَ مِن بَعْدِهِ وَأَوْحَيْنَا إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ وَالأَسْبَاطِ وَعِيسَى وَأَيُّوبَ وَيُونُسَ وَهَارُونَ وَسُلَيْمَانَ وَآتَيْنَا دَاوُودَ زَبُوراً {163} وَرُسُلاً قَدْ قَصَصْنَاهُمْ عَلَيْكَ مِن قَبْلُ وَرُسُلاً لَّمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَ وَكَلَّمَ اللّهُ مُوسَى تَكْلِيماً {164} رُّسُلاً مُّبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ لِئَلاَّ يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللّهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِ وَكَانَ اللّهُ عَزِيزاً حَكِيماً

 

« Biz, Nûh’a ve ondan sonraki peygamberlere vahyettiğimiz gibi sana da vahyettik. Keza İbrahim’e İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, Îsâ’ya, Eyyûb’a, Yûnus’a, Hârûn’a ve Süleyman’a vahyetmiş, Dâvûd’a da Zebûr’u vermiştik. Daha önce (kıssalarını) sana anlattığımız peygam-

berlerle, anlatmadığımız başka peygamberlere de vahyettik. Allah Mûsâ’ya da hitabederek (onunla) konuştu.

Keza (gönderilen) peygamberlerden sonra, insanların Allah’a karşı özür olarak ileri sürebilecekleri bir delilleri bulunmaması için müjdeleyen ve korkutan peygamberler gönderdik. Allah, Aziz’dir, Hakîm’dir. »[6]

 

Allah Teâlâ cehennem ehli hakkında da şöyle buyuruyor:

 

﴿تَكَادُ تَمَيَّزُ مِنَ الْغَيْظِ كُلَّمَا أُلْقِيَ فِيهَا فَوْجٌ سَأَلَهُمْ خَزَنَتُهَا أَلَمْ يَأْتِكُمْ نَذِيرٌ {8} قَالُوا بَلَى قَدْ جَاءنَا نَذِيرٌ فَكَذَّبْنَا وَقُلْنَا مَا نَزَّلَ اللَّهُ مِن شَيْءٍ إِنْ أَنتُمْ إِلَّا فِي ضَلَالٍ كَبِيرٍ

 

« Bir kalabalığın oraya her atılışında, oranın bekçileri onlara “size bir uyarıcı gelmedi mi?” diye sorarlar. Onlar da derler ki: “Evet, bize bir uyarıcı gelmişti. Fakat biz onu yalanladık ve Allah hiçbir şey indirmedi. Siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz, dedik. »[7]

 

Allah Teâlâ, bir topluluğun cehenneme her  atılışında kendilerine bir uyarıcının geldiğini ve onu yalanladıklarını ikrâr ettiklerini haber vermiştir. Bu da işaret etmektedir ki, cehenneme ancak uyarıcıyı (peygamberi) yalanlayan topluluklar atılacaktır. Allah Teâlâ iblise hitabında şöyle diyor:

 

﴿لَأَمْلَأَنَّ جَهَنَّمَ مِنكَ وَمِمَّن تَبِعَكَ مِنْهُمْ أَجْمَعِينَ

 

  « “Cehennemi, senden olanların ve onların içinden sana uyanların hepsiyle dolduracağım.”»[8]

 

Allah Teâlâ cehennemi iblis ve ona tabi olanlarla dolduracağını haber veriyor. Cehennem onlarla doldurulduğu zaman onlardan başkası giremeyecektir. Bu da gösterir ki, cehenneme ancak şeytana uyanlar girecektir. Bu günâhı olmayanın oraya girmeyeceğine işaret eder. Her kim de şeytana uymazsa günahkâr olmaz. Daha önce geçtiği gibi, cehenneme ancak peygamberler tarafından hüccet ikame edilipte bunu yalanlayanlar girecektir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

FASIL

 

 

 

 

İnsanlardan bazıları peygamberlere genel ve toptan iman ederler. Ancak tafsilatlı îmana gelince, peygamberlerinin dediklerinin getirdiklerinin bir çoğu ona ulaşmış, bazısı ise ulaşmamıştır. Peygamberlerden kendisine ulaşana îman etmiş, ulaşmayanı ise bilmemiştir. Şayet ulaşsaydı muhakkak îman ederdi. Fakat peygamberlerin getirdiklerine toptan iman etmiştir. Bunun içindir ki, îmanı ve takvasıyla birlikte emrini yerine getirirse o, Allah’ın dostlarındandır. İmanı ve takvası derecesinde Allah’ın dostluğundan payını alır. Kendisine hüccet ikame edilmemişse Allah Teâlâ kendisini tanımayla ve O’na tafsilatlı imanla mükellef kılmaz. Onun terkinden dolayı da ona azâb etmez. Fakat, bunların yokluğu derecesinde Allah’ın dostluğunun kemalinden kaybeder. Her kim de peygamberlerinin getirdiklerini bilir, ona tafsilatlı bir imanla îman eder ve onunla da amel ederse, o, imanını ve Allah için dostluğu kemale erdirmiş olur. Bunu tafsilatlı olarak bilmeyen ve onunla amel etmeyen de, her ikisi de Allah Teâlâ’nın dostlarıdır.

 

Cennette de dereceler ve büyük üstünlükler vardır. Allah’ın mü’min ve muttaki dostlarının da, imanları ve takvaları derecesinde dereceleri vardır. Allah Tebâreke ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿كَانَ يُرِيدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُ فِيهَا مَا نَشَاء لِمَن نُّرِيدُ ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَ يَصْلاهَا مَذْمُوماً مَّدْحُوراً {18} وَمَنْ أَرَادَ الآخِرَةَ وَسَعَى لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُولَئِكَ كَانَ سَعْيُهُم مَّشْكُوراً {19} كُلاًّ نُّمِدُّ هَـؤُلاء وَهَـؤُلاء مِنْ عَطَاء رَبِّكَ وَمَا كَانَ عَطَاء رَبِّكَ مَحْظُوراً {20} انظُرْ كَيْفَ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ وَلَلآخِرَةُ أَكْبَرُ دَرَجَاتٍ وَأَكْبَرُ تَفْضِيلاً

 

« Kim dünyayı isterse, biz de orada ona, dilediğimizi dilediğimiz kimse için acele edip veririz. Sonra da ona cehennemi hazırlarız. Yerilmiş ve kovulmuş olarak oraya girer. Her kim de mü’min olarak âhireti ister ve çalışmasını oraya uygun bir şekilde yaparsa, işte böylelerinin çalışmaları (Allah katında) mükâfatlandırılmaya değer bulunur. (Fakat ister mü’min olsun, ister kâfir olsun, dünya da) hem onlara, hem onlara, hepsine de Rabbinin bir kısım nimetlerini ulaştırırız. Zaten Rabbinin ihsanı hiç kimseye men edilmiş değildir. Nitekim bak (mü’min olsun kâfir olsun rızık yönünden) bazısını bazısına nasıl üstün kılmışızdır. Oysa âhirette daha büyük dereceler ve daha büyük üstünlükler vardır. »[9]

 

Allah Subhânehû ve Teâlâ ihsanından, dünyayı isteyene dünyayı, âhireti isteyene de âhireti vereceğini ve O’nun ihsanının iyilik ve kötülükle sınırlı olmadığını beyan ediyor. Sonra Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

« Nitekim bak, (mü’min olsun, kâfir olsun, rızık yönünden) bazısının bazısından nasıl üstün kılmışızdır. Oysa âhirette daha büyük dereceler ve daha büyük üstünlükler vardır. »

 

Allah Subhânehû ve Teâlâ âhiret ehlinin orada insanların dünyadaki üstünlüklerinden daha üstün olduklarını ve derecelerinin dünyadaki derecelerinden daha büyük olduğunu beyan ediyor. Yine Allah Teâlâ nebilerin üstünlüklerinin, diğer mü’min kullarının üstünlüğü gibi olduğunu beyan etmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿تِلْكَ الرُّسُلُ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ مِّنْهُم مَّن كَلَّمَ اللّهُ وَرَفَعَ بَعْضَهُمْ دَرَجَاتٍ وَآتَيْنَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ وَأَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ

 

« İşte bu peygamberler… Onlardan bazılarını bazılarına üstün kılmışızdır. Allah’ın konuştuğu ve bazılarının da derecelerini yükselttiği kimseler onlardandır. Meryem oğlu Îsâ’ya apaçık deliller vermiş ve onu Rûhul-Kudüs ile desteklemişizdir. »[10]

 

﴿وَلَقَدْ فَضَّلْنَا بَعْضَ النَّبِيِّينَ عَلَى بَعْضٍ وَآتَيْنَا دَاوُودَ زَبُوراً

 

« Şurası bir gerçektir ki, biz peygamberlerden bazısını bazısına üstün kıldık ve Dâvûd’a da Zebûr’u verdik. »[11]

 

Sahihi Muslim’de, Ebu Hureyre ve Amr b. As’dan (Allah O’ndan razı olsun) rivayet edilen hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

 

« Bir hakim ictihad eder ve bu ictihadında da isabet ederse, ona iki ecir vardır. Yine ictihad eder ve bu ictihadında da hata ederse ona bir ecir vardır. »[12]  

 

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿ لَا يَسْتَوِي مِنكُم مَّنْ أَنفَقَ مِن قَبْلِ الْفَتْحِ وَقَاتَلَ أُوْلَئِكَ أَعْظَمُ دَرَجَةً مِّنَ الَّذِينَ أَنفَقُوا مِن بَعْدُ وَقَاتَلُوا وَكُلّاً وَعَدَ اللَّهُ الْحُسْنَى

 

« İçinizden Mekke’nin fethinden önce sarf eden ve savaşan kimseler elbette diğerleriyle bir olmazlar. Bunlar, fetihten sonra sarf edip savaşanlardan daha yüksek derecededirler. Allah, hepsine en güzel mükâfat vaat etmiştir. »[13] 

 

﴿لاَّ يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ غَيْرُ أُوْلِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فَضَّلَ اللّهُ الْمُجَاهِدِينَ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِدِينَ دَرَجَةً وَكُـلاًّ وَعَدَ اللّهُ الْحُسْنَى وَفَضَّلَ اللّهُ الْمُجَاهِدِينَ عَلَى الْقَاعِدِينَ أَجْراً عَظِيماً {95} دَرَجَاتٍ مِّنْهُ وَمَغْفِرَةً وَرَحْمَةً وَكَانَ اللّهُ غَفُوراً رَّحِيماً

 

« Mü’minlerden, özür sahibi olmaksızın oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler bir olmazlar. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad edenleri, oturanlarla, derece itibariyle üstün tutmuştur. Gerçi Allah, hepsine de cenneti vaat etmiştir ve fakat mücahidleri büyük mükâfat yönünden oturanlara üstün kılmıştır. (Bu büyük mükâfat)ı kendisinden (bir lütûf olarak) bir takım dereceler, bağışlanma ve merhamettir. Zira Allah, çok bağışlayıcı ve merhametlidir. »[14]

 

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿أَجَعَلْتُمْ سِقَايَةَ الْحَاجِّ وَعِمَارَةَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ كَمَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَجَاهَدَ فِي سَبِيلِ اللّهِ لاَ يَسْتَوُونَ عِندَ اللّهِ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ {19} الَّذِينَ آمَنُواْ وَهَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ أَعْظَمُ دَرَجَةً عِندَ اللّهِ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ {20} يُبَشِّرُهُمْ رَبُّهُم بِرَحْمَةٍ مِّنْهُ وَرِضْوَانٍ وَجَنَّاتٍ لَّهُمْ فِيهَا نَعِيمٌ مُّقِيمٌ {21} خَالِدِينَ فِيهَا أَبَداً إِنَّ اللّهَ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ

 

« (Bununla beraber) siz, hac sakalığını ve Mescid-i Harâm onarımını, Allah’a ve âhiret gününe îman eden ve Allah yolunda cihada çıkan kimsenin işleriyle bir mi tutuyorsunuz? Allah katında onlar bir olmazlar. Allah, zâlim olan kimselere hidayet etmez. Îman edenler, hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler, Allah katında en büyük dereceye sâhiptirler. İşte asıl kurtuluşa erenler bunlardır. Rabları onlara, kendi katından bir rahmet, bir hoşnutluk ve içinde hiç tükenmeyecek nimetler bulunan cennetler müjdelemektedir. Orada dâimî ve ebedîdirler. Şüphesiz en büyük mükâfat Allah katındadır. »[15]

 

﴿أَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ آنَاء اللَّيْلِ سَاجِداً وَقَائِماً يَحْذَرُ الْآخِرَةَ وَيَرْجُو رَحْمَةَ رَبِّهِ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ

 

« (Şimdi böyle bir kimse mi daha iyidir,) yoksa gece saatlerini secde ederek ve ayakta durarak tâat içinde geçiren, âhiretten çekinen ve Rabbinin rahmetini bekleyen mi? De ki: “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” Ancak akıl sahipleri öğüt alır.»[16]

 

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

﴿ يَرْفَعِ اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا مِنكُمْ وَالَّذِينَ أُوتُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرٌ

 

« Allah içinizden îman edenlerin ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltsin. Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdârdır. »[17]

 

Bir kul, mü’min ve takıy (Allah’tan hakkıyla korkan) olmadığı müddetçe, Allah’ın dostu olamaz. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:

 

﴿أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ {62} الَّذِينَ آمَنُواْ وَكَانُواْ يَتَّقُونَ

 

« Haberiniz olsun ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur; mahzun olacaklar da onlar değildir. Onlar, îman edenler ve takvaya ermiş olanlardır. »[18]

 

Daha önce geçtiği gibi, Buhari’de gelen meşhur hadiste Allah Tebareke ve Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

« Kulum bana nafilelerle yaklaşmaya devam eder. Tâki ben de onu severim. »

 

Allah’a farzlarla yaklaşmadıkça, mü’min ve takıy olamaz. Ve o, hürmetkâr olan sağ halkından olur. Bundan sonra, Allah’a nafilelerle yaklaşmaya devam eder. Hatta öne geçen ve yaklaşanlardan  (sabikûn-mukarrabûn) olurlar. Şu da bilinmektedir ki; kâfirlerden ve münafıklardan hiç biri Allah’ın dostu olamazlar. Yine îmanı ve ibadeti geçerli olmayan, üzerine günâh olmayan kâfir çocukları ve kendinse davet ve benzeri ulaşmamış, kendilerine peygamber gönderilmedikçe azab edilmez denilse de, onlar, Allah’ın dostları olamazlar. Ancak mü’min muttakiler bunun dışındadır. Her kim, kötülükleri terk ederek ve iyi amellerde bulunarak Allah’a yaklaşmazsa, o, Allah’ın dostlarından olamaz. Yine deliler ve çocuklar da böyledir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

 

« Üç kişiden kalem kaldırılmıştır: Akıllanana kadar deliden, büluğ çağına ulaşana kadar çocuktan ve uyanana kadar uyuyandan. »[19]

 

Bu hadisi sünen sahipleri, Ali ve Aişe hadislerinden rivayet etmişlerdir. Hadis ehli bunun kabul edilen bir rivayet olduğunda ittifak etmişlerdir.

 

Fakat âlimlerin çoğunluğuna göre, iyiyi kötüden ayırt edebilecek vasıfta olan çocuğun ibadeti geçerlidir ve onun sevabı vardır. Kendisinden kalemin kaldırıldığı deli ise, yine âlimlerin çoğunluğuna göre ibadetlerinden hiç biri geçerli değildir. Bilakis akıl sahiplerinin genelinin yanında dünya işlerinde ticareti, sanayisi gibi işleri bile geçerli değildir. Yine âlimlerin ittifakıyla kumaş tüccarı, koku alıp satan kokucu, demirci, marangoz olması, sözleşme yapması, alış-verişi, nikâhı, boşanması, şehadeti, ikrarı ve bunlardan başka sözleri, bilakis sözlerinin tümü oyundur, hiçbir geçerliliği yoktur ve üzerine şerî hüküm bina edilemez. Ne sevab vardır ne de günâh. Bu ise, ayırt edici vasfa sahip çocuğun hilafınadır. İcma ve nas ile sabittir ki, yerinde sözlerine itibar edildiği yerler olduğu gibi, yerine göre de tartışıla bilinir.  

  

   Aklı olmayandan îman ve takva, farzlarla ve nafilelerle Allah’a yaklaşma kabul edilmediğine göre, Allah’ın dostu da olamaz. Hiçbir kimsenin onun Allah’ın dostu olduğuna itikat etmesi caiz değildir. Özellikle de ondan onun duymasını, gizliliklere ulaşma veya davranışından bin çeşit, tıpkı birine işaret etmesi ve bunun üzerine de onun ölmesi veya bayılması gibi delilinin onun aleyhine olması gibi. Kâfirlerde, münafıklarda, müşriklerde ehli kitapta da şeytani davranışlar ve gizliliklere ulaşma gibi halleri olduğu bilinen bir şeydir. Kâhinlerin, sihirbazların, müşriklerin ubbadlarının ve ehli kitabın olduğu gibi. Bunun içindir ki, bunlara sahip birinin Allah’ın dostu olduğuna işaret edilmesi câiz değildir. Allah’ın dostluğuna aykırı şeyler ondan bilinmese bile bu böyledir. Ondan Allah’ın dostluğuna aykırılık bilinirse durum nasıl olur!? Tıpkı Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e ittibaya, batinen ve zahiren uyulmasına itikat etmediği bilinen bir kimse gibi. Bilakis o, batini hakikatı bırakıp, zahiri şeraite itikat eder veya Allah dostları için, Nebilerin yolundan gayri yolları olduğuna itikat eder. Veya onlar derler ki: Nebiler, yolları daralttılar veya onlar genel için güzel bir örnektir, özel için değil. Bunun gibi dostluk iddia edenlerin bazıları da bunu söylerler. Allah dostluğunu bir tarafa bırakın, bunlar da îmana zıt olan küfür vardır. Onlardan birinde, örf ve âdetlerden sâdır olarak Allah’ın dostu olduklarına delil getirirse, o, Yahudi ve Hıristiyanlardan daha aşağıdadır.

 

Aklı olmayan kişi de böyledir. Onun deli olması, Allah’ın dostu olmanın şartı olan, ibadetleri ve imanın geçerli olmasına tezat teşkil eder. Her kim bazen aklını kaybeder, bazen de aklı başına gelirse; şayet aklının başında olması halinde Allah Ve Rasûlüne îman eder, farzları yerine getirir ve haramlardan sakınırsa, bu, aklını kaybetse bile onun bu aklını kaybetmesi, aklı başına geldiği halindeki imanı ve takvasına Allah Teâlâ sevabını verir. Bunun derecesinde Allah’ın dostluğundan payı vardır. Yine kimin imanından ve takvasından sonra delilik başına gelirse (aklını kaybederse) Allah daha önceki imanından ve takvasından dolayı ecrini ve sevabını alır. Herhangi bir amelî günahı olmaksızın delilikle imtihan edilen şahsın ecri ve sevabı silinmez. Bunun üzerine her kim dostluğunu ilan ettiği veya açığa çıkardığı halde, farzları eda etmez ve haramlardan kaçınmazsa, bununla beraber buna zıt olan şeylerle gelirse, onları yaparsa, hiç kimse onun için bu Allah’ın dostudur diyemez. Şayet bu, delide olmasa, bilakis deli olmaksızın sorumlu olan veya aklı bazen gelip bazen giden, bununla beraber farzları yerine getirmezse, bunun aksine üzerine Rasûl sallallahu aleyhi ve sellem’e uymanın gerekli olmadığına itikat ederse bu kâfirdir. Şayet zahiren ve batinen deliyse kalem ondan kaldırılmıştır. Bunun içindir ki, kâfire verilen ceza ile cezalandırılmasa da Allah Azze ve Celle’nin kerametinden, îman ve takva ehlinin hak ettiğine de müstehak olamaz. Bu iki takdir etme olayında, bir kimsenin onun Allah’ın dostu olduğuna itikat etmesi câiz değildir. Fakat aklı başındayken, Allah’a îman eden ve müttaki halindeyken, bunun derecesinde ona Allah’ın dostluğundan pay vardır. [ Şayet aklı başında olduğu zaman küfrü, nifağı veya kâfir , münafık olsa da, sonra delilik başına gelse, bunun üzerine onun üzerinde küfür ve nifak olsa cezalandırılmaz. Ve onun deliliği, aklını kaybetmesi, aklı başındayken ki küfrünü ve nifağını yok etmez.

 

 

 

 

FASIL

                                                           

 

 

Allah dostlarının, mübah olan işlerde, kendilerini insanlardan ayırt edici bir özellikleri yoktur. Mübah olduğu müddetçe, elbiselerinde, saçlarının tıraş edilmesinde, kısaltılmasında veya saçların örülmesinde herhangi kendilerini ayırt edici bir özellikleri yoktur. “Kaç arkadaş kaftan içinde, kaç zındıkta âbâ içinde” sözünde olduğu gibi. Zahiri bidat ve fücur ehli olmadıklarında Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ümmetinin bütün sınıfları içerisinde başarırlar. Kur’an ehli ve ilim ehli içerisinde başarırlar. Cihad ve kılıç ehli içerisinde başarırlar. Tüccar, sanayi ve ziraatta da başarırlar.

 

Allah Teâlâ Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ümmetinin sınıflarını şu âyetinde zikreder:

 

﴿إِنَّ رَبَّكَ يَعْلَمُ أَنَّكَ تَقُومُ أَدْنَى مِن ثُلُثَيِ اللَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَائِفَةٌ مِّنَ الَّذِينَ مَعَكَ وَاللَّهُ يُقَدِّرُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ عَلِمَ أَن لَّن تُحْصُوهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْآنِ عَلِمَ أَن سَيَكُونُ مِنكُم مَّرْضَى وَآخَرُونَ يَضْرِبُونَ فِي الْأَرْضِ يَبْتَغُونَ مِن فَضْلِ اللَّهِ وَآخَرُونَ يُقَاتِلُونَ فِي سَبِيلِ اللَّهِ فَاقْرَؤُوا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُ

 

« Rabbin, elbette senin ve seninle birlikte olan topluluğun, en azından gecenin üçte ikisinde, yarısında ve üçte birinde kalkıp ibadet ettiğini biliyor. Gece ve gündüzü Allah takdir eder. O, sizin, vakileri hesap edemeyeceğinizi bildiği için tövbenizi kabul etmiştir. Kur’an’dan size kolay geleni okuyun. Allah, içinizden hastalar, yeryüzünde dolaşıp Allah’ın lûtfun-dan rızık arayanlar ve Allah yolunda savaşanlar bulunacağını elbette bilmektedir. Bu itibarla Kur’an’dan kolay olanı okuyun. »[20]

 

Selef, din ve ilim ehlini “Kurra” diye isimlendirirdi. Alimler ve dindarlar da bunun içine girer. Bundan sonra “Sûfi” ve “Fukara” isimleri sonradan ortaya çıktı. “Sûfi” ismi ise; yünden yapılan elbiseye nisbettir, doğrusu da budur.

 

Bazıları, onun kafanın arka tarafındaki yün parçasından, bazıları da bunun arap kabilelerinden olup, dine bağlılıklarıyla bilinen Safve b. Mûr b. Ud b. Tabiha’ya nisbet edildiğini söylerler. Yine Suffe Ehline, Safa ehline, safveye, Allah Teâlâ’nın önünde duran ön safa nisbet edildiği söylenmişse de, bu sözlerin hepsi zayıftır. Şayet bu böyle olsaydı “Sûfi” denilmeyip “Suffî, Safâî, Safvî veya Saffî” denilmesi gerekirdi. Yine dine ihtimam gösterenler manasına “Fukara” ismine çevrilmiştir. Bu ise sonradan ortaya çıkarılan bir örftür. İnsanlar “Sûfi” isminin mi, yoksa “Fakir” isminin mi daha üstün olduğu konusunda münakaşa etmişlerdir. Yine, şükreden bir zenginin mi, yoksa bir fakirin mi daha üstün olduğunda münakaşa etmişlerdir.

 

Bu mesele, Cüneyd ve Ebul-Abbas b. A’ta arasındaki eski bir tartışmadır. Ahmed b. Hanbel’den iki rivayet aktarılmıştır. Bu konunun hepsindeki doğru, Allah Tebâreke ve Teâlâ’nın buyurduğu gibidir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 

﴿يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنَّا خَلَقْنَاكُم مِّن ذَكَرٍ وَأُنثَى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوباً وَقَبَائِلَ لِتَعَارَفُوا إِنَّ أَكْرَمَكُمْ عِندَ اللَّهِ أَتْقَاكُمْ

 

« Ey insanlar! Biz sizi, bir erkek ve bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışıp anlaşmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında sizin en üstün olanınız, Allah’tan en çok korkanınızdır. »[21]

 

Buhari’nin sahihinde Ebu Hureyre’nin (Allah ondan razı olsun) rivayetinde, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’e, insanların en üstünü hangisidir? diye soruldu. “Allah’tan en çok korkanlardır” buyurdu. Ona “Sana bundan sormuyoruz” denildi. Bunun üzerine “Allah’ın dostu İbrahim’in oğlu, Allah’ın Nebisi İshak’ın oğlu, Allah’ın nebisi Yakub’un oğlu Allah’ın nebisi Yusuf’tur” buyurdu. “Sana bundan sormuyoruz” denildi. Bunun üzerine “ Bana arabın madenlerinden mi soruyorsunuz? İnsanlar madendirler. Tıpkı altın ve gümüş madeni gibi. Onların cahiliyede hayırlıları, İslamda da hayırlılarıdır, dinde anlayış sahipleri oldukları zaman” buyurdu. [22]

 

Kitap ve sünnet, Allah katında insanlar en değerlisinin Allah’tan en çok korkanlar olduğuna işaret etmektedir.

 

Sünen kitaplarında Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen hadiste o şöyle buyuruyor:

 

« Ne arabın aceme (arap olmayana), ne de acemin araba, ne siyahın beyaza, ne de beyazın siyaha bir üstünlüğü vardır. Üstünlük ancak takvadadır. İnsanlar Âdem’den, Âdem ise topraktandır.»[23]   

 

Yine şöyle buyurur Nebi sallallahu aleyhi ve sellem:

 

« Allah Teâlâ sizden cahiliyenin kibrini, övünmesini ve babalarla övünmeyi giderdi. İnsanlar iki şahıstır: Takıy olan (Allah’tan hakkıyla korkan) mü’min ve şakiy (sıkıntıda) olan fâcir (günahkâr). [24]

 

Her kim bu sınıflardan Allah’tan en çok korkanı ise, Allah katında da daha seçkin olanıdır. İki şahıs takvada eş değerde olurlarsa, derece olarakta eş değerde olurlar.

 

Şeriatta fakir lafzı, maldan yana fakir olan (malı olmayan) murad edilir. Yaratılmışın yaratana fakirliği murad edilir. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:

 

﴿إِنَّمَا الصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَاء وَالْمَسَاكِينِ

 

« Sadakalar ancak fakir ve miskinler içindir. »[25]

 

﴿يَا أَيُّهَا النَّاسُ أَنتُمُ الْفُقَرَاء إِلَى اللَّهِ

 

« Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. »[26] 

 

 

Allah Teâlâ fakirlerden olan bu iki sınıfı Kur’an’da övmüştür: Sadakaya muhtaç olanlar ve savaşta elde edilen ganimete ihtiyaç duyanlar.

 

Allah Teâlâ birinci sınıf hakkında şöyle buyuruyor:

 

﴿لِلْفُقَرَاء الَّذِينَ أُحصِرُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ لاَ يَسْتَطِيعُونَ ضَرْباً فِي الأَرْضِ يَحْسَبُهُمُ الْجَاهِلُ أَغْنِيَاء مِنَ التَّعَفُّفِ تَعْرِفُهُم بِسِيمَاهُمْ لاَ يَسْأَلُونَ النَّاسَ إِلْحَافاً

 

« (Sadaka) Allah yolunda (kendilerini) hapsetmiş, kazanç için yeryüzünde dolaşamayan, iffetleri dolayısıyla (isteyemedikleri için) câhilin kendilerini zengin sandığı, senin de sîmalarından tanıdığın, yüzsüzlük edip insanlardan istemeyen fakir içindir. »[27]

 

İki sınıftan daha üstünü olan ikinci sınıf hakkında Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿لِلْفُقَرَاء الْمُهَاجِرِينَ الَّذِينَ أُخْرِجُوا مِن دِيارِهِمْ وَأَمْوَالِهِمْ يَبْتَغُونَ فَضْلاً مِّنَ اللَّهِ وَرِضْوَاناً وَيَنصُرُونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ أُوْلَئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ

 

« Keza bu ganimetler, yurtlarından ve mallarından atılmış, Allah’tan bir lûtuf ve hoşnutluk arayan, Allah’a ve Rasûlünün dînine yardım eden muhacir fakirlere âittir. İşte asıl doğru olanlar da bunlardır. »[28]

 

Bu sıfat, kötülükleri terk eden ve Allah’ın düşmanlarıyla batınen ve zahiren cihad edip hicret edenlerdir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in buyurduğu gibi:

« Mü’min, insanların kanlarından ve mallarından emin oldukları kimsedir. »[29]

 

« Müslüman, müslümanların dilinden ve elinden selim olduğu kimsedir. Muhacir ise, Allah’ın yasaklarını terk edendir. »[30] 

 

« Mücahid, Allah’ın zatında nefsiyle cihad edendir. »[31]  

 

Bazılarının rivayet ettikleri Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in Tebuk Gazvesi’nden sonra söylediği: « Küçük cihaddan büyük cihada döndük » hadisine gelince, bunun aslı yoktur ve Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in fiillerini ve sözlerini bilen hadis ehli tarafından rivayet edilmemiştir. Kâfirlere karşı yapılan cihad, amellerin üstünü, bilakis insanın gönüllü olarak yaptıklarının en üstünüdür.

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿لاَّ يَسْتَوِي الْقَاعِدُونَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ غَيْرُ أُوْلِي الضَّرَرِ وَالْمُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ فَضَّلَ اللّهُ الْمُجَاهِدِينَ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ عَلَى الْقَاعِدِينَ دَرَجَةً وَكُـلاًّ وَعَدَ اللّهُ الْحُسْنَى وَفَضَّلَ اللّهُ الْمُجَاهِدِينَ عَلَى الْقَاعِدِينَ أَجْراً عَظِيماً

 

« Mü’minlerden, özür sahibi olmaksızın oturanlarla, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler bir olmazlar. Allah, canlarıyla ve mallarıyla cihad edenleri, oturanlara, derece itibariyle üstün kılmıştır. Gerçi Allah, hepsine de cenneti vaat etmiştir ve fakat mücahidleri büyük mükâfat yönünden oturanlara üstün kılmıştır. »[32]  

 

﴿أَجَعَلْتُمْ سِقَايَةَ الْحَاجِّ وَعِمَارَةَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ كَمَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَجَاهَدَ فِي سَبِيلِ اللّهِ لاَ يَسْتَوُونَ عِندَ اللّهِ وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ {19} الَّذِينَ آمَنُواْ وَهَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ أَعْظَمُ دَرَجَةً عِندَ اللّهِ وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ {20} يُبَشِّرُهُمْ رَبُّهُم بِرَحْمَةٍ مِّنْهُ وَرِضْوَانٍ وَجَنَّاتٍ لَّهُمْ فِيهَا نَعِيمٌ مُّقِيمٌ {21} خَالِدِينَ فِيهَا أَبَداً إِنَّ اللّهَ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ

 

« (Bununla beraber) siz, hac sakalığını ve Mescid-i Harâm onarımını, Allah’a ve âhiret gününe îman eden ve Allah yolunda cihada çıkan kimselerin işleriyle bir mi tutuyorsunuz? Allah katında onlar bir olmazlar.Allah, zâlim olan kimselere hidayet etmez. Îman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenler, Allah katında en büyük dereceye sâhiptirler. İşte asıl kurtuluşa erenler bunlardır. Rableri onlara, kendi katından bir rahmet, bir hoşnutluk ve içinde hiç tükenmeyecek nimetler bulunan cennetler müjdelemektedir. Orada dâimî ve ebedîdirler. Şüphesiz en büyük mükâfat Allah katındadır. »[33] 

 

Sahihi Muslim’de ve başkalarında Numan b. Beşir’den gelen bir rivayette o, şöyle dedi: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in minberinin yanındaydım. Bir adam: “Müslüman olduktan sonra hacılara su vermekten daha güzel bir amel işlemedim” dedi. Bir başkası ise: “Müslüman olduktan sonra Mescid-i Haram’ın restore etmekten daha güzel bir amel işlemedim” dedi. Bunun üzerine Ali b. Ebi Talib (Allah O’ndan razı olsun) şöyle dedi: “Allah yolunda cihad, siz ikinizin zikrettiklerinden daha üstündür. Hz. Ömer (Allah O’ndan razı olsun) şöyle dedi: “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in minberinin yanında seslerinizi yükseltmeyin. [ O gün Cuma günüydü ] Fakat namaz eda edildiğinde ona sordum, O da ona sordu ve Allah Teâlâ bu âyeti indirdi.

 

Buhari ve Muslim’de Abdullah b. Mesud’un rivayetinde, O şöyle dedi: Dedim ki: “Ey Allah’ın Rasûlü! Allah Azze ve Celle’ye en sevgili gelen amel hangisidir?

 

Dedi ki: “Vaktinde kılınan namazdır.” 

Dedim ki: “Sonra hangisi?”

Dedi ki: “Allah yolunda cihad etmek”

 

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bana bunlarla konuştu, şayet sorularıma devam etmiş olsaydım, O da cevap verecekti. [34]

Buhari ve Muslim’de Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen hadiste O’na hangi amellerin daha üstün olduğu soruldu. Dedi ki: “Allah’a îman ve O’nun yolunda cihad etmektir”

 

Denildi ki: “Sonra hangisi?”

Dedi ki: “Kabul edilmiş bir hacdır”

 

Buhari ve Muslim’de gelen bir hadiste,bir adam Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’e şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasûlü! Bana bir amelden haber ver ki, Allah yolunda cihada denk olsun.

Dedi ki: “Sen ona güç yetiremezsin veya ona tahammül edemezsin.”

Dedi ki: Onu bana haber ver.

Dedi ki: “Bir mücahid ( evinden çıktığında) mescidine girip iftar etmeden oruç tutmaya ve durmadan namaz kılmaya gücün yeter mi?” [35]  

 

Sünen kitaplarında Muaz’dan (Allah O’ndan razı olsun), onun da Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den rivayetinde, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem O’nu Yemen’e gönderirken şöyle nasihat etti:

 

« Ey Muaz! Nerede olursan ol, Allah’tan kork! Kötülükten sonra, onu silip yok eden hasenat (iyi ameller) işle. İnsanları da güzel ahlakla ahlaklandır. »[36] 

 

Yine şöyle buyurur:

« Ey Muaz! Ben seni çok seviyorum. Her namazının arkasından : “Allah’ım sana zikir, şükür ve güzel ibadetler etmemde bana yardım et” demeyi terk etme. »[37]

 

Yine Muaz’a: “Ey Muaz! Allah’ın kulları üzerindeki hakkını bilir misin? diye sordu. “Allah ve Rasûlü en iyi bilendir” dedim. Dedi ki: “O’nun hakkı, yalnızca O’na ibadet etmeniz ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmamanızdır. Bunu yaptıklarında kulların Allah üzerindeki hakkı nedir bilir misin?”  “Allah Ve Rasûlü en iyi bilendir” dedim. Dedi ki: “Onların O’nun üzerindeki hakkı, azab etmemesidir.” [38]

 

 

Yine şöyle der Muaz Radıyallahu Anhu için: “İşlerin başı İslam, orta direği namaz, en üst seviyesi de Allah yolunda cihaddır. Ey Muaz! İyilik kaplarını sana haber vereyim mi? Oruç kalkandır, suyun ateşi söndürdüğü gibi sadaka ve bir şahsın namaz için gece kalkması da hataları söndürür (giderir). Sonra şu âyeti okudu:

 

﴿تَتَجَافَى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفاً وَطَمَعاً وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ {16} فَلَا تَعْلَمُ نَفْسٌ مَّا أُخْفِيَ لَهُم مِّن قُرَّةِ أَعْيُنٍ جَزَاء بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

« Onların, yanları yataklarından kalkarak korkuyla, umutla Rablerine yalvarırlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar. Yaptıklarına karşılık olarak onlar için nice sevindirici ve göz aydınlatıcı nimetler saklandığını hiç kimse bilemez. »[39] 

 

Sonra şöyle buyurdu:

« Ey Muaz! Bundan daha çok sahip olacağın şeyi sana haber vereyim mi? (Dilini tutarak) Bu dilini tut.

-Ey Allah’ın Rasûlü! Biz konuştuklarımızdan dolayı hesaba çekilir miyiz?

« Anan seni yitirsin ey Muaz! İnsanları burunları üstü cehenneme atan dillerinden elde ettikleri değil midir? »[40]

 

Bunu açıklayan başka bir hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

 

« Kim Allah’a ve âhiret gününe îman ediyorsa, ya hayır söylesin ya da sussun. »[41]

Hayrı konuşmak, susmaktan daha hayırlıdır. Susmak ise, şer konuşmaktan daha hayırlıdır. Sürekli susmak ise, yasaklanmış bir bidattir. Yine ekmek, et ve su içmekten kaçınmak mezmum bir bidattir. Sahihul-Buhari’de İbnu Abbas’tan (Allah O’ndan azı olsun) gelen rivayette, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem güneşin altında duran bir adamı gördüğünde şöyle buyurdu: “Bu nedir?”  Dediler ki: “Bu Ebu İsrail’dir. Gölgelenmeksizin güneşin altında durmaya, konuşmamaya ve oruç tutmaya adak adamış. Bunun üzerine Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Ona oturmasını, gölgelenmesini, konuşmasını ve orucunu tamamlamasını emredin.” [42]

 

Buhari ve Muslim’de Enes Radıyallahu Anhu’dan gelen rivayette, sahabeden bazıları Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gizli yaptığı ibadetlerinden sordular. Sanki onlar bunu azımsadılar. Bunun üzerine dediler ki: “Hangimiz Allah’ın Rasûlü gibiyiz? Onlardan biri şöyle dedi: “Ben oruç tutup hiç iftar etmeyeceğim.” Bir diğeri de şöyle dedi: “Ben ise geceleri kalkıp hiç uyumayacağım.” Bir başkası ise şöyle dedi: “ Ben ise et yemeyeceğim.” Bir diğeri şöyle dedi: “Ben de kadınlarla evlenmeyeceğim.” Bunun üzerine Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

« İnsanlardan bazılarına ne oluyor da onlardan biri böyle böyle diyor. Fakat ben namaz kılarım, uyurum, oruç tutarım, iftar ederim, et yerim ve kadınlarla da evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir. »

“Kim benim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir” sözünün manası: Başkası daha hayırlıdır zannıyla başka yollar izlemektir. Bu hal üzere olan birisi Allah ve Rasûlünden beridir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿وَمَن يَرْغَبُ عَن مِّلَّةِ إِبْرَاهِيمَ إِلاَّ مَن سَفِهَ نَفْسَهُ,

 

« İbrahim’in dininden kendisini bilmeyenden başka kim yüz çevirir? »[43] 

 

Bilakis her mü’minin üzerine, sözlerin en hayırlısının Allah’ın kelamı, yolların en hayırlısının da Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in yolu olduğuna itikat etmesi vacibtir. Sahih’de sabit olduğu gibi Nebi sallallahu aleyhi ve sellem bununla her Cuma günü hutbesini verirdi.

 

 

 

 

 

 

 

FASIL

 

 

 

 

Hatadan ve yanlıştan beri olmak yani masumiyet, Allah dostluğunun şartından değildir. Bilakis bazı şerî ilimlerde hata etmesi mümkündür. Bazı din işlerinin içinden çıkamayabilir. Hatta Allah’ın yasakladığı bazı işleri Allah’ın emirlerinden sayabilir. Bazı olağanüstü olayları, evliyanın kerametlerinden zannedebilir. Bu ise şeytandandır ve şeytan onun derecesini azaltmak için aklını karıştırmıştır. O’da bunun şeytandan olduğunu bilemez. Bununla Allah’ın dostluğundan çıkmış olmaz. Allah Subhânehû ve Teâlâ bu ümmetin hata ve unutkanlığına aldırmamıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 

﴿آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ وَقَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ {285} لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْساً إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْراً كَمَا حَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِن قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِهِ وَاعْفُ عَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا أَنتَ مَوْلاَنَا فَانصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ

 

« Rabbinden kendisine indirilene Peygamber de îman etmiştir, mü’minler de; hepsi de, Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine îman etmiş ve şöyle demişlerdir. “Allah’ın peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz; Rabbimiz, bağışlamanı dileriz. Dönüş sanadır.

Allah, hiç kimseye gücü dışında bir şey yüklemez. (Kişinin) kazandığı iyilik lehine, kötülük ise aleyhinedir. Rabbimiz! Unutmuş veya hata yapmışsak, (bu yüzden) bizi sorumlu tutma. Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır bir yükleme.

Rabbimiz! Gücümüzün yetmeyeceğini bize taşıtma. Bizi affet; bizi bağışla ve bize merhamet et. Sen bizim mevlâmızsın. Kâfir milletlere karşı bize yardım et. »[44]

 

Buhari’nin Sahihi’nde sabit olan bir rivayette, Allah Subhânehû bu duâya icabet etmiş ve şöyle buyurmuştur:

« Dediğinizi yaptım»

 

Muslim’in Sahihi’nde İbnu Abbas’tan gelen rivayette O şöyle dedi:

« İçinizdekini açıklasanız da, gizleseniz de, Allah, onunla sizi hesaba çeker; sonra da dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder. Allah her şeye hakkıyla kâdirdir »[45]  âyeti indiğinde şöyle dedi: “Bu söz sahabelerin üzerine ağır geldi ve bunu Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e haber verdiler. Bunun üzerine Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

« İşittik, itaat ettik ve teslim olduk, deyin. »

İbnu Abbas dedi ki: “Allah onların kalplerinde îmanı yerleştirdi. Allah Teâlâ şu âyeti indirdi:

 « Allah, hiç kimseye gücü dışında bir şey yüklemez. (Kişinin) kazandığı iyilik lehine, kötülük ise aleyhinedir. Rabbimiz! Unutmuş veya hata yapmışsak, (bu yüzden) bizi sorumlu tutma.»

Allah dedi ki: “Dediğinizi yaptım”

«Rabbimiz! Bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır bir yükleme.»

Allah dedi ki: “Dediğinizi yaptım”

      « Rabbimiz! Gücümüzün yetmeyeceğini bize taşıtma. Bizi affet; bizi bağışla ve bize merhamet et. Sen bizim mevlâmızsın. Kâfir milletlere karşı bize yardım et. »

Allah şöyle dedi: “ Dediğinizi yaptım”

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿وَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ فِيمَا أَخْطَأْتُم بِهِ وَلَكِن مَّا تَعَمَّدَتْ قُلُوبُكُمْ

 

« Hata yaptığınız hususlarda üzerinize bir günâh yoktur. Fakat kalplerinizin kasıtlı olarak yaptıkları böyle değildir. »[46]

 

Buhari ve Muslim’de Ebu Hureyre ve Amr b. As Radıyallahu Anhuma’nın rivayetlerinde Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

 

« Hakim ictihad eder ve bu ictihadında da isabet ederse ona iki ecir vardır. Şayet hata ederse ona bir ecir vardır. »

 

Hata eden müctehide günâh yoktur. Aksine ictihadından dolayı ona ecir vardır. Onun hatası da bağışlanmıştır. Fakat isabet eden müctehide ise iki ecir vardır. Bu ise ondan yani hata edenden daha üstündür. Bunun içindir ki Allah dostunun hata yapabileceğinden dolayı, insanların üzerine düşen görev, Allah dostu olan bir kişinin dediklerinin tamamına iman etmemeleri gerekir. Aksine, Allah dostunun kalbine her doğana itimat etmesi câiz değildir. [ Ancak hakka muvafık olması dışında]. İlhamı, konuşmayı vaaz etmeyi haktan görmesi de doğru değildir. Bilakis bunların hepsini Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiklerine arz etmeli ve uygunsa kabul etmeli, muhalifse reddetmelidir. Uygun mu yoksa değil mi olduğunu bilmiyorsa, onda durmalıdır.

İnsanlar bu konuda üç sınıftır: İki tarafta olanlar ve ortada olanlar. Onlardan birisi, bir şahsın Allah’ın dostu olduğuna itikat eder, onun kalbinin Rabbinden konuştuğunu zanneder ve hepsine itiraz etmeden yaptıklarının tamamına teslim olur. Yine onlardan biri şeriata muvafık olmayan bir söz veya fiil gördüğünde, hata eden bir müctehid bile olsa, onu Allah dostluğundan tamamen çıkarır. İşlerin en hayırlısı orta yollu olanlarıdır. O ise; hata etmiş bir müctehid ise, onun ne günahkâr ve ne de masum (hatadan beri) sayılmaması ve dediklerinin hepsine uymamaktır. İctihadıyla birlikte onun küfrüne ve günahkârlığına hükmedilmemelidir.

 

İnsanların üzerine düşen ise Allah’ın Rasûlüyle gönderdiğine tâbi olmaktır. Fıkıhçıların bazı sözlerinin muhalif, diğerlerinin ise muvafık olması durumunda ise, bir sözü alıp karşısındaki muhalifine “bu söz şeriata muhaliftir” demesi gerekmez.

 

Buhari ve Muslim’de gelen hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

 

« Sizden önceki ümmetlerde muhaddesûn (kendisine ilham gelen kimseler) bulunurdu. Şayet benim ümmetimden de onlardan biri olsaydı muhakkak Ömer  olurdu. »[47]

 

Tirmizi ve başkalarında gelen hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

 

« Şayet ben size Resul olarak gönderilmemiş olsaydım, muhakkak Ömer Resul olarak gönderilirdi. »[48]

 

Başka bir hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

« Allah, hakkı, Ömer’in diline ve kalbine katmıştır.»[49]

 

« Benden sonra Nebi olsaydı, Ömer olurdu. »[50]

 

Ali b. Ebi Talib Radıyallahu Anhu şöyle diyordu: Sekînetin Ömer’in dilinden yayıldığından uzak durmazdık. Bunu Şa’bî rivayet etmiştir. İbnu Ömer Radıyallahu Anhu şöyle diyor: Ömer, bir şey için “Ben onu şöyle görüyorum” dediğinde, o, dediği gibi olurdu. Gays b. Târık Radıyallahu Anhu şöyle diyor: Ömer’in dilinden meleğin konuştuğundan bahsediyorduk. Ömer şöyle diyordu: “İtaat edenlerin ağızlarına yaklaşın ve onlardan ne dediklerini dinleyin. Muhakkak ki onlardan sadık işler ortaya çıkar.”

 

Ömer b. Hattab Radıyallahu Anhu’nun haber verdiği bu sadık işler, itaat edenler için ortaya çıkar. Allah Azze ve Celle’nin onlar için ortaya çıkardığı işlerdir bunlar. Allah dostlarının, gizlilikleri ortaya çıkarma ve olağanüstü olayları olduğu sabittir. Bu ümmet içinde bunların en hayırlısı Ebu Bekir Radıyallahu Anhu’dan sonra Ömer Radıyallahu Anhu’dur. Bu ümmetin en hayırlısı Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den sonra Ebu Bekir, sonra da Ömer Radıyallahu Anhuma’dır. [51]

 

Buhari’nin sahihinde, bu ümmet içerisinde Ömer Radıyallahu Anhu’nun muhaddes (sadık zanda bulunan ve sanki zannı ortaya çıkan) seçildiği ve Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ümmeti içerisinde hangi muhaddes varsa, Ömer Radıyallahu Anhu’nun ondan daha üstün olduğu sabittir. Bununla birlikte Ömer Radıyallahu Anhu, üzerine vacib olanları yerine getiriyor ve meydana gelen olayları Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiklerine arz ediyordu. Bu bazen, buna muvafık olursa ki bu Ömer Radıyallahu Anhu’nun fazîletindendir. Tıpkı birden fazla yerde Kur’an’ın Ömer Radıyallahu Anhu’ya muvafık olarak inmesi gibi. Bazen de bu, muhalif olur, Ömer Radıyallahu Anhu’da ondan dönerdi. Aynen, Hudeybiye günü, müşriklerle savaşmayı uygun gördüğü zaman, bundan dönmesi gibi. Bu Buhari ve başkalarında geçen, bilinen bir hadistir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ağacın altında beyat eden bin dört yüz müslümanla beraber, hicretin altıncı senesinde Umre yapmak maksadıyla yola çıkmıştı. Müşriklerin buna karşı çıkmaları üzerine anlaşma yapılmıştı. Bu anlaşmaya göre, bu sene geri dönüp, gelecek yıl Umre yapacaklardı. Öne sürülen şartlar, zahiren Müslümanların aleyhine gözükmekteydi. Bu, bir çok müslümanın üzerine ağır geldi. Bundaki maslahatı ise Allah ve Rasûlü daha iyi bilmekteydi. Ömer Radıyallahu Anhu’da bundan hoşlanmayanlardandı. Hatta Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasûlü! Bizler hak üzere, düşmanlarımız da batıl üzere değiller mi? Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem “Bilakis öyle” buyurdu. Ömer Radıyallahu Anhu: “Öyleyse neden dinimizde küçük düşürücülüğü kabul ediyoruz?” dedi. Bunun üzerine Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Muhakkak ki ben Allah’ın Rasûlüyüm. O benim yardım edenimdir. Ben O’na âsilik etmem.” Ömer şöyle dedi: Kâbe’ye geleceğimizi ve tavaf edeceğimizden söz etmemiş miydin? Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem : “Evet, bilakis öyle. Ben sana, muhakkak bu sene geleceğimizi mi söyledim? Ömer, “hayır” dedi. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyel buyurdu Ömer’e: “Muhakkak ki sen geleceksin ve tavaf edeceksin.”

 

Ömer, Ebu Bekir Radıyallahu Anhuma’ya gidip, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’e söylediklerinin aynılarını söyledi. Ebu Bekir Radıyallahu Anhu’da Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in cevabının aynısını verdi. Ebu Bekir Radıyallahu Anhu daha önce Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in cevabını duymamıştı. Ebu Bekir Radıyallahu Anhu, Allah ve Rasûlüne muvafakatta Ömer Radıyallahu Anhu’dan daha kâmildi. Ömer Radıyallahu Anhu bu sözünden dönmüş ve “ onların amellerinin doğruluğunu anladım” buyurmuştur.

 

Yine nebi sallallahu aleyhi ve sellem vefat ettiğinde Ömer Radıyallahu Anhu ilk başta bunu inkâr etmişti. Tâki Ebu Bekir Radıyallahu Anhu’nun “muhakkak ki O öldü” işitinceye kadar. Bunu işitince Ömer Radıyallahu Anhu bundan dönmüştür.

 

Zekat vermeyenlerle savaşılması meselesinde de Ömer Radıyallahu Anhu, Ebu Bekir Radıyallahu Anhu’ya şöyle demişti: “Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem “İnsanlarla, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah’ın Rasûlü olduğuma şehâdet edinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum. Böyle yaptıkları zaman İslam’ın hakkı müstesna, kanlarını ve mallarını benden kurtarırlar” buyurduğu halde sen insanlarla nasıl savaşırsın? Bunun üzerine Ebu Bekir Radıyallahu Anhu ona şöyle dedi: “İslam’ın hakkı müstesna” demiyor mu? Zekatta İslam’ın hakkındandır. Allah’a yemin olsun ki, Allah’ın Rasûlüne verdikleri oğlağı bana vermezlerse, vermediklerinden dolayı onlarla savaşırım.” Ömer Radıyallahu Anhu dedi ki: “Allah’a yemin olsun ki, Allah’ın Ebu Bekir’in kalbini savaş için açtığını gördüm ve O’nun hak üzere olduğunu anladım.” [52]

 

Bu deliller karşılaştırıldığında, Ömer Radıyallahu Anhu’nun Muhaddes (zannında sadık olan) olmasıyla beraber, Ebu Bekir’in Ömer’den daha üstün olduğu ortaya çıkmaktadır. Sıddîk mertebesi, Muhaddes mertebesinden daha üstündür. Çünkü Sıddîk, masum olan Rasûl sallallahu aleyhi ve sellem’in yaptığı ve söylediğini kabul eder. Ve meselelerini masum olan Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in getirdiklerine arz etmeye muhtaçtır.

Bunun içindir ki Ömer Radıyallahu Anhu, işlerini Sahabelerle istişare ederdi. Onlarla münakaşa eder ve bazı işlerde onlara müracaat ederdi. Meselelerde Kur’an ve Sünnet’den delil getirirler ve onunla görüşlerini desteklerlerdi. Onların getirdikleri delilleri kabul ederdi. Onlara, “ben Muhaddesim, ilhamla muhatabım, sizin beni kabul edip itiraz etmemeniz gerekir” dememiştir.

 

Her kim veya onun arkadaşları, onun Allah’ın dostu olduğunu iddia eder ve kendisine ilham geldiğini, ona ittiba edip, onun her dediğini kabul etmeleri gerektiğini, buna itiraz etmeyip Kitap ve Sünnete bakmaksızın kabul etmelerini savunursa, o ve onlar hata etmektedirler. Bunlar içinde en üstünleri kimse,Ömer Radıyallahu Anhu ondan daha üstündür. O, mü’minlerin emiri olduğu halde, Müslümanlar O’nun dediklerini tartışıyorlar, fakat O da, onlar da Kitap ve Sünnet üzereydiler. Bu ümmetin selefi ve imamları, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in sözünden başka her sözünün alınacağında ve terk edileceğinde ittifak etmişlerdir.

 

Bu, Nebiler ve başkaları arasındaki farktır. Nebilere, (Allah’ın salat ve selamı onların üzerine olsun) Allah Azze ve Celle’den haber verdiklerinin hepsine îman etmek ve emrettiklerine itaat etmek gerekir. Bu ise, evliyanın hilafınadır. Onların her emrettiklerine itaat etmek ve haber verdiklerinin hepsine îman etmek gerekmez. Aksine, onların işleri ve haberleri Kitap ve Sünnete arz edilir. Kitap ve Sünnete uyarsa, kabulu gerekir. Kitap ve Sünnete uymazsa geçerli değildir. Şayet o, evliyadansa, müctehiddir ve görüşünde mazeretlidir. Ona, ictihadından dolayı ecri vardır. Fakat, Kitap ve Sünnete muhalefet ederse, hata etmiştir. Sahibi, gücü yettiği nispette Allah’tan korkarsa onun hatası bağışlanmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿فَاتَّقُوا اللَّهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ

 

« Gücünüzün yettiği kadar Allah’tan sakının. »[53] 

 

Bu ise Allah Teâlâ’nın şu âyetinin açıklamasıdır:

﴿يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ

 

« Ey îman edenler! Allah’tan sakınılması gerektiği şekilde sakının. »[54]

 

İbnu Mesud ve başkaları şöyle diyor: “Allah’tan hakkıyla korkmak; itaat edip âsî gelmemek, unutmayıp hatırlamak, şükredip inkâr etmemeyi gerektirir.” Yani güç yetirebildikleri derecede. Allah Teâlâ hiç kimseye gücünün yetmediğini yüklemez. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿لاَ يُكَلِّفُ اللّهُ نَفْساً إِلاَّ وُسْعَهَا لَهَا مَا كَسَبَتْ وَعَلَيْهَا مَا اكْتَسَبَتْ

 

 

« Allah, hiç kimseye gücü dışında bir şey yüklemez. (Kişinin) kazandığı iyilik lehine, kötülük ise aleyhinedir. »[55]

 

﴿وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ لاَ نُكَلِّفُ نَفْساً إِلاَّ وُسْعَهَا أُوْلَـئِكَ أَصْحَابُ الْجَنَّةِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ

 

 « Îman edenler ve iyi amelde bulunanlar –ki biz hiç kimseye gücü üstünde bir şey teklif etmeyiz- bunlar da cennet ehlidir ve orada ebedidirler. »[56]

 

﴿وَأَوْفُواْ الْكَيْلَ وَالْمِيزَانَ بِالْقِسْطِ لاَ نُكَلِّفُ نَفْساً إِلاَّ وُسْعَهَا

 

« Ölçüyü ve tartıyı adaletli yapın. Biz insana, ancak gücünün yettiğini teklif ederiz. »[57]

 

Allah Subhânehû ve Teâlâ bir çok yerde, Peygamberin getirdiklerine îmanı zikretmiştir. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:

 

﴿قُولُواْ آمَنَّا بِاللّهِ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْنَا وَمَا أُنزِلَ إِلَى إِبْرَاهِيمَ وَإِسْمَاعِيلَ وَإِسْحَاقَ وَيَعْقُوبَ وَالأسْبَاطِ وَمَا أُوتِيَ مُوسَى وَعِيسَى وَمَا أُوتِيَ النَّبِيُّونَ مِن رَّبِّهِمْ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّنْهُمْ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ

 

« (Ey Müslümanlar! Siz de) deyin ki: “Biz, Allah’a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarına indirilenlere, Mûsâ’ya, Îsâ’ya ve (bütün) peygamberlere Rableri tarafından verilenlere îman ettik. Bunlardan hiçbiri arasında ayırım yapmayız. Biz, Allah’a teslim olanlarız. »[58]

 

﴿الم {1} ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ {2} الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ {3} والَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَبِالآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ {4} أُوْلَـئِكَ عَلَى هُدًى مِّن رَّبِّهِمْ وَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

 

« Elif. Lâm. Mîm. İşte bu Kitap, kendisinde şüphe (edilecek hiçbir şey) yoktur; Allah’tan sakınanlar için bir rehberdir. (Bu sakınanlar) gabya inanırlar; namazlarını dosdoğru kılarlar ve bizim kendilerine verdiğimiz rızıktan (başkalarına da) infak ederler. Hem sana indirilen (Kitab)’a, hem de senden önceki (peygamber)lere indirilen (kitap) lere inanırlar; hiç şüphe etmeden âhirete de inanırlar. İşte bunlar, Rablerinden gelen hidayet üzerindedirler; kurtuluşa erenler de bunlardır. [59]  

 

﴿لَّيْسَ الْبِرَّ أَن تُوَلُّواْ وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلَـكِنَّ الْبِرَّ مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَالْمَلآئِكَةِ وَالْكِتَابِ وَالنَّبِيِّينَ وَآتَى الْمَالَ عَلَى حُبِّهِ ذَوِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينَ وَابْنَ السَّبِيلِ وَالسَّآئِلِينَ وَفِي الرِّقَابِ وَأَقَامَ الصَّلاةَ وَآتَى الزَّكَاةَ وَالْمُوفُونَ بِعَهْدِهِمْ إِذَا عَاهَدُواْ وَالصَّابِرِينَ فِي الْبَأْسَاء والضَّرَّاء وَحِينَ الْبَأْسِ أُولَـئِكَ الَّذِينَ صَدَقُوا وَأُولَـئِكَ هُمُ الْمُتَّقُونَ

« İyilik (hayır), yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Fakat iyilik, o kimselerin iyiliğidir ki, Allah’a, âhiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere îman etmişlerdir. Mal sevgisine rağmen, onu, yakınlarına, yetimlere, düşkünlere, yolda kalmışlara ve kölelerin kurtuluşuna vermişlerdir. Namazı dosdoğru kılmış, zekâtı vermiş, ahidleştikleri zaman, ahidlerini yerine getirmişlerdir. Zorda, darda ve savaşta sabırlıdırlar. İşte, doğruyu söyleyenler onlardır; takvâ sâhibi olanlar da onlardır. »[60]

 

İşte bu, benim zikrettiklerimdir: Allah dostlarının Kitab ve Sünnete sarılmaları gerekir. Hiç şüphe yok ki, onların içerisinde, kendisine tahammül edilen bir masum veya Kitab ve Sünnete itibar etmeksizin, kalbine doğana ittiba yoktur. Allah Azze ve Celle’nin dostları  bunun üzerinde ittifak etmişlerdir. Her kim buna muhalefet ederse, o, Allah’ın onlara uyulmasını emrettiği, Allah’ın dostlarından değildir. Aksine o, ya kâfir ya da aşırı câhil birisi olur.

 

Bu şeyhlerin bir çok sözlerinde mevcuttur. Tıpkı Şeyh Ebu Süleyman ed-Dârânî Rahimehullah’ın sözünde olduğu gibi: “Muhakkak ki benim kalbime kavmin nüketli sözlerinde kalbime nüketli sözler doğardı. Kitab ve Sünnetin şahitliği olmadığı müddetçe onu kabul etmem.”

 

Ebul-Kasım el-Cuneyd Rahimehullah şöyle diyor: “Bunun Kitab ve Sünnetle sınırlı olduğunu öğrendik. Her kim Kur’an okumaz ve hadis yazmazsa, bizim ilmimizde konuşması doğru olmaz. [ veya şöyle dedi] onu taklit etmesin.

 

Ebu Osman en-Nîsâbûrî Rahimehullah şöyle diyor: kim Sünneti kendi nefsine kavli ve fiili olarak yönetme yetkisi verirse o kişi, hikmet ile konuşur. Her kim de, hevasına kendi nefsine kavli ve fiili olarak yönetme yetkisi verirse, o kişi bidat ile konuşur. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿وَإِن تُطِيعُوهُ تَهْتَدُوا

 



[1] Âl-i İmran Sûresi: 133-136

[2] Ra’d Sûresi: 23

[3] Nisa Sûresi: 48,116

[4] Zumer Sûresi: 53

[5] İsra Sûresi: 15

[6] Nisa Sûresi: 163-165

[7] Mülk Sûresi: 8-9

[8] Sâd Sûresi: 85

[9] İsrâ Sûresi: 18-21

[10] Bakara Sûresi: 253

[11] İsra Sûresi: 55

[12] Buhari: 7352,  Muslim: 1716,  Ebu Davud: 3574, İbnu Mace: 2314

[13] Hadid Sûresi: 10

[14] Nisa Sûresi: 95-96

[15] Tevbe Sûresi: 19-22

[16] Zumer Sûresi: 9

[17] Mucâdele Sûresi: 11

[18] Yûnus Sûresi: 62-63

[19] Ebu Davud: 4403, Tirmizi: 1433, Nesai: 6/156 Sahih bir hadistir. El-Elbani: “El-İrva”: 297.

[20] Muzzemmil Sûresi: 20

[21] Hucurat Sûresi: 13

[22] Buhari: 2353, 2374, 3383, 3490  Muslim: 2638

[23] Ahmed, Musned’inde: 5/411  Sahih bir hadistir. Heysemi ravilerinin Buhari’nin ravilerinden olduğunu söylemiştir.

[24] Ahmed Musned’inde: 2/524  Ebu Davud: 5116  Tirmizi: 3950 El-Elbani hadisin “Hasen” olduğunu söylemiştir. “Sahihul-Cami’: 7744.

[25] Tevbe Sûresi: 60

[26] Fâtır Sûresi: 15

[27] Bakara Sûresi: 273

[28] Haşr Sûresi: 8

[29] Ahmed Musnedinde: 3/154, İbnu Mace: 3934, Tirmizi: 2629, Nesai: 8/104,105,  Sahih bir hadistir.

[30] Buhari: 1/50-51, Muslim: 40, Ebu Davud: 2481, Tirmizi: 1590

[31] Ahmed Musnedinde: 6/20 ve 22 Tirmizi: 1621, Hadisin İsnadı Hasendir. El-Elbani: “Sahihul-Cami’ : 6586

[32] Nisa Sûresi: 95

[33] Tevbe Sûresi: 19-22

[34] Buhari: 527  Muslim: 85

[35] Buhari: 2785  Muslim: 1878

[36] Ahmed Musned’inde: 5/228 ve 236 Tirmizi: 1988 Tirmizi hadisin Hasen-Sahih olduğunu söylemiştir.  

[37] Ebu Davud: 1522, Nesai: 3/53, Hadisin isnadı sahihtir. 

[38] Buhari: 2856, Muslim: 30

[39] Secde Sûresi: 16-17

[40] Tirmizi: 2619, Ahmed Musned’inde: 5/237, Sahih bir hadistir.

[41] Buhari: 5185, Muslim: 47  

[42] Buhari: 6704, Muvatta: 2/475, İbnu Mace: 2136.

[43] Bakara Sûresi: 130

[44] Bakara Sûresi: 285-286

[45] Bakara Sûresi: 284

[46] Ahzâb Sûresi: 5

[47] Buhari: 3469, Muslim: 2398

[48] Bu hadis Tirmizi’de değildir. Ed-Deylemi, Ebu Hureyre Radıyallhu Anhu hadisinden rivayet etmiştir. Hafız Irakî hadisin Münker olduğunu söylemiştir. Şevkâni “El-Fevâidul-Mecmûa” adlı kitabının 336. sayfasında zikretmiştir. İbnu Adiy, Bilal hadisinden rivayet etmiştir. Senedinde hadis uyduranlar vardır. Başka yolla rivayet etmiş ve isnadında iki tane metruk ravi vardır: Abdullah b. Ferkad ve Meşrûh b. Âhân. Ahmed, Tirmizi ve Hakim, Ukbe b. Âmir hadisinden, Taberânî ise İsmet b. Mâlik hadisinden şu laızla rivayet etmişlerdir: Şayet benden sonra Nebi gelecek olsaydı, bu, Ömer b. Hattab olurdu.”  Bu hadis ise Hasen’dir.                                                                    

[49] Tirmizi: 3683, İsnadı Hasen’dir. El-Elbânî: “El-Ehâdisus-Sahiha” : 327

[50] Tirmizi: 3687 Ahmed Musned’inde: 4/154, El-Elbânî: “El-Ehâdisus-Sahiha” : 327

 

[51] Buhari: 2655, Ebu Davud: 4627, Tirmizi: 3707

[52] Buhari: 1399,1457,6925,7285. Muslim: 20

[53] Teğabun Sûresi: 16

[54] Âl-i İmran Sûresi: 102

[55] Bakara Sûresi: 286

[56] A’raf Sûresi: 42

[57] En’am Sûresi: 152

[58] Bakara Sûresi: 136

[59] Bakara Sûresi: 1-5

[60] Bakara Sûresi: 177

 
Rasulallah s.a.v şöyle buyuruyor: Herkim hakkında emrimiz olmayan bir amel ile amel ederse,Reddolunmustur.'' ( MÜSLİM )  
 

GOOGLE SITE

 
Rasulallah s.a.v Veda Haccında Fetva.  
  Abdullah ibn Amr ibn As (R)'tan (o şöyle demiştir): Rasûlullah (S) Veda haccında, insanlar sorup öğrensinler diye, Minâ'da durdu. Yanına biri gelip:

- Bilemedim de kurbân kesmeden önce tıraş oldum, dedi. Rasûlullah:

- Kurbânını kes, günâhı yok, buyurdu. Diğeri gelip:

- Bilemedim de taş atmadan evvel kurbân kestim, dedi.

- Taşı at, günâhı yok, buyurdu.

Peygamber'e (o gün taş atmak, kurbân kesmek, tıraş olmak, ta­vaf etmek gibi hacc işlerinden) öne geçirilmiş veya geriye bırakılmış hiçbir şey sorulmadı ki, cevâbında: "Yap, günâhı yok" buyurmasın[BUHARİ]

ACIKLAMA : Hacc menseklerinin -ki taş atmak, kurbân kesmek, tıraş olmak ve ifâza tavafı yapmaktır- tertîb üzere edası sünnet midir, yoksa vâcib midir?

İmâm Şafiî ile İmâm Ahmed ibn Hanbel ve daha evvelki imamlardan Ata', Tavus, Mucâhid tertibin sünnetliğine kaail olup, menseklerin hangisi evvel ya­pılsa, te'hîr edildiğinden dolayı keffâret olan kan akıtmak lâzım gelmez, demiş­lerdir. Dayanakları da bu hadîs ile benzeri diğer hadîslerdir. İmâm Ebû Hanîfe ile İmâm Mâlik ve kendilerinden evvel gelen imamlardan Saîd ibn Cubeyr, Hasen Basrî, İbrâhîm Nahaî, Katâde tertibin vücûbuna, ve tertibi bozanlara kan akıtma keffâretf lâzım geleceğine kaail olmuşlardır. Her iki taraf delillerinin tafsîli, fıkıh kitâblarındadır (Ahmed Naîm).

 
İstediğiniz Sureyi Secip Dinliye Bilirsiniz  
   
MoDayMıŞ  
  Eşarbı vakkodan alınmış bone
İnanması çok zor ALLAH'IM bu ne
Altında pantolon modaymış gene
Giyinmek manası örtünmek inan
Bu fetvayı kimden aldın Müslüman?
Kısa pardösüler dizden yukarı
Renk renk başörtüler kırmızı sarı
Yüz metre öteden parlar jakarı
İslami kıyafet bu değil inan
Bu fetvayı kimden aldın Müslüman?
Daracık pardösü yırtmaç yarısı
Tamamen ortada vücut yarısı
Başları döndürür parfüm kokusu
İnsanın ziyneti hayadır inan
Bu fetvayı kimden aldın Müslüman?

Ten rengi çoraplar görmez setreni
Modada geçecek alman Ketreni
Eli kolu kuyumcu vitrini
İslami yaşayış bu değil inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Moda diye bizi soydular
Örtümüzü alıp bir kenara koydular
Bizi öyle görüp sevinç duydular
Bizim dinimizde bu yoktur inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Modern Müslüman'ın işi pratik
Evinde eşyası hep otomatik
Dokun parmağını bütün işler bitik
Bu rahatlık bizi bizden aldı Müslüman
Sadece mutluluk bu değil inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Sabah gezmesinde kahveler fallar
Çarsı pazarlarda aşındı yollar
Oğlum kızım diye yığıldı mallar
Hayatın gayesi bu değil inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Kimisi avamdan kimisi derviş
Gözleri sürmeli topuk bir karış
Modern Müslümanlar böyle giyermiş
İslam'ın özünde bu yoktur inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Üstünde pantolon kılarsın namaz
Ne olur sözümü dinlesen biraz
Rasulullah seni böyle tanımaz
Sünneti yaşamış olmazsın inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Zamanı çaldı dizi filmler
Rafları süsledi cilt cilt ilimler
Bizi görse kahrolurdu alimler
İslami yaşayış bu değil inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Süslenir püslenir gezer düğünde
Yeri baş köşedir paralı günde
Allah için nefes tüket bir günde
İslami yaşayış bu değil inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Bir de deriz Müslüman'ız hepimiz
Kötülük düşünmem, kalbimiz temiz
Namaz borcumuzdur elbet bir gün öderiz
Gerçek Müslümanlık bu değil inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Sen böyle değildin ne oldu sana
Kaygı duymuyorsun dininden yana
Sıyrıldın özünden döndün yabana
Gerçek hassasiyet bu değil inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Sormayın dertliyim bunlardan yana
Şanlı tarihine dönüp bir baksana
Üzülmez mi görse Fatıma ana
Allah seni konu yaptı Kurân'a
Nur suresinde geçiyor inan
Neden açıp okumuyorsun Müslüman
 
Bugün 26 ziyaretçi (40 klik) kişi burdaydı!
HAMD--ALEMLERİN---RABBİ----OLAN---ALLAH'ADIR
SALAT---ve---SELAM
ALLAH'IN---KULU--ve---RASULU---OLAN
MUHAMMED'E--(S.A.V)---ve---SEREFLİ---ASHABIN'A----OLSUN

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol