ßAYRAMINIZ---------------MUßAREK-------------OLSUN
 
TevhiD ve SunneT
Es Selamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berekatuhu..Hosgeldiniz. Allah Günahlarımızı Bagıslasın ve Bizleri Cennetine Koysun  
  بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِِ ANA SAYFA
  İletişim
  Ziyaretçi defteri
  Link listesi
  Namazdan sonra topluca yapılan tesbihat
  BuLuĞ-uL MeRaM
  Çalgı Aletleri
  BiDaT'LaR
  Namazı Terketmenin Hükmü
  Boncuklarla Tesbih
  İstihare Namazında Yapılan Bidatler
  EHLİ Sunnenin Bidat Hakkındaki Tavsiyeleri
  EZAN Duasındaki Bidat
  Fasık ve Bidat Ehlinin Arkasında Namaz ?
  Cocuklar Hakkındaki Hurafeler !!
  Kadınlar ve Hurafe
  Mümin Kadınlara Özel Uyarılar !!!
  Dört Mezhep İmamının iTikatı Aynıdır.!!
  Cennete Götüren Yollar..
  FıKıH
  Kabir Ziyaretiyle ilgili Bidat'ler..
  Kabrin Üzerine Bina Yapmak..
  Kabir'de Dua
  Kabir'de Kur'an Okumak!!!
  Mezhep Taassubu!
  Kandil Geceleri _1_
  Kandil Geceleri _2_
  Mirac Kandili Kutlamaları!
  MEVLİD
  Mescid'leri Süslemek!
  Bidat Tevessül
  Mutezile Hakkında!
  RABITA Şirktir..
  Sahte CEZBE!
  Şirke Düşmekten Korkmak!
  Veda Hutbesi
  Bir Bebeğin Günlüğü
  Kur'anı Nasıl Tefsir Etmeliyiz.!!
  Allahın Dostları ile Seytanın Dostları Arasındaki Fark.!!!_1_
  Allahın Dostları ile Seytanın Dostları Arasındaki Fark.!!!_2_
  Allahın Dostları ile Seytanın Dostları Arasındaki Fark.!!!_3_
  Allahın Dostları ile Seytanın Dostları Arasındaki Fark.!!!_4_
  Allahın Dostları ile Seytanın Dostları Arasındaki Fark.!!!_5_
  Zuhru Ahir Namazı..
  Yeme ve İçme Adabı..
www.kitapyurdu.com'dan satın al www.kitapyurdu.com'dan satın al
Allahın Dostları ile Seytanın Dostları Arasındaki Fark.!!!_4_

 

﴿ثُمَّ أَنَزلَ اللّهُ سَكِينَتَهُ عَلَى رَسُولِهِ وَعَلَى الْمُؤْمِنِينَ وَأَنزَلَ جُنُوداً لَّمْ تَرَوْهَا

 

« Sonra Allah, Rasûlüne ve mü’minlere sekîneti indirmiş, görmediğiniz askerler göndermiştir. »[1]

 

﴿إِلاَّ تَنصُرُوهُ فَقَدْ نَصَرَهُ اللّهُ إِذْ أَخْرَجَهُ الَّذِينَ كَفَرُواْ ثَانِيَ اثْنَيْنِ إِذْ هُمَا فِي الْغَارِ إِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِهِ لاَ تَحْزَنْ إِنَّ اللّهَ مَعَنَا فَأَنزَلَ اللّهُ سَكِينَتَهُ عَلَيْهِ وَأَيَّدَهُ بِجُنُودٍ لَّمْ تَرَوْهَا وَجَعَلَ كَلِمَةَ الَّذِينَ كَفَرُواْ السُّفْلَى وَكَلِمَةُ اللّهِ هِيَ الْعُلْيَا وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ

 

« Her ikisi de mağarada iken arkadaşına: “Üzülme, Allah bizimle beraberdir” demişti. İşte Allah o zaman, ona sekînetini indirmiş ve görmediğiniz askerlerle onu desteklemişti. »[2]

 

﴿إِذْ تَقُولُ لِلْمُؤْمِنِينَ أَلَن يَكْفِيكُمْ أَن يُمِدَّكُمْ رَبُّكُم بِثَلاَثَةِ آلاَفٍ مِّنَ الْمَلآئِكَةِ مُنزَلِينَ {124} بَلَى إِن تَصْبِرُواْ وَتَتَّقُواْ وَيَأْتُوكُم مِّن فَوْرِهِمْ هَـذَا يُمْدِدْكُمْ رَبُّكُم بِخَمْسَةِ آلافٍ مِّنَ الْمَلآئِكَةِ مُسَوِّمِينَ

 

 

« Mü’minlere, “Rabbinizin, indirilen üç bin melekle size yadım elini uzatması, size kâfi gelmeyecek mi?” demiştin. Evet. Eğer sabreder ve sakınırsanız, bu (düşman) da size âniden gelirse, Rabbiniz yine, işaretlenmiş beş bin melekle yardım elini size uzatır. »[3]

 

Bunlara ise, insan kılığında ruhlar gelir ve onlarla konuşur. Bunlar ise, cin ve şeytanlardan başka bir şey değildir. Onlar ise bunları melekler zannederler. Tıpkı yıldızlara ve putlara gelen ruhlar gibi.

İslam’da bunlardan ilk ortaya çıkan ise, Muslim’in Sahihi’nde geçen bir hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in haber verdiği Muhtar b. Ebi Ubeyd es-Sekafi’dir. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

 

« Sekif kabilesinden yalancı ve helâk edici biri olacak. »[4]

 

Yalancı, Muhtar b. Ebi Ubeyd, helâk edici ise, Haccac b. Yusuf’tur.

İbnu Ömer ve İbnu Abbas’a (Allah hepsinden razı olsun): “Muhtar kendisine vahyedildiğini iddia ediyor, dediler. O ikisi ise şöyle buyurdular: “  Doğru söylemiş. Allah  Teâlâ  şöyle buyuruyor:

 

﴿هَلْ أُنَبِّئُكُمْ عَلَى مَن تَنَزَّلُ الشَّيَاطِينُ {221} تَنَزَّلُ عَلَى كُلِّ أَفَّاكٍ أَثِيمٍ

 

« Size, şeytanların kimlere indiğini haber vereyim mi? Onlar, çok günâh işleyen yalancıya inerler. »[5]

 

Bir başkası ise şöyle dedi: Ona şöyle denildi: “Muhtar kendisine vahyedildiğini iddia ediyor.” O da şöyle dedi: “Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿أَوَ مَن كَانَ مَيْتاً فَأَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُوراً يَمْشِي بِهِ فِي النَّاسِ كَمَن مَّثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِّنْهَا كَذَلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِرِينَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ

 

« Muhakkak ki şeytanlar, dostlarına sizinle mücadele etmelerini telkin edeceklerdir. »[6]

 

Bu şeytânî ruhlardan bazıları da “Futuhat” kitabının sahibinin, kendisine bu kitabı yazdırdığını iddia ettiği ruhtur. Bunun içindir ki, halvetin çeşitlerinden, özel yemek ve özel hallerden bahseder. Bu ise, kendi ashabına cin ve şeytanlarla haberleşme yolunu açar. Ve bunu da evliyanın kerametlerinden zannederler. O ise, ancak şeytânî hallerden bir tanesidir. Ben, bunlardan bir çoklarını tanıyorum. Onlardan kimi, havada taşınarak uzak diyarlara gider ve geri dönerler. Onlardan kimi de, insanların çalınmış mallarının yerini gösterirler ve onların çalıntı mallarını geri iâde ederler. Ve buna benzer şeyler.

 

Bunların bu halleri, şeytânî olduğu için, Rasûl sallallahu aleyhi ve sellem’le zıtlık içerisindedirler. Tıpkı “el-Futuhâtul-Mekkiyye” ve “Fusus” kitaplarının sahibinin ve benzerlerinin kâfirleri övmesi-methetmesi, Nûh, Hûd, Firavun ve başkalarının misali gibi. [ Nûh, İbrahim, Mûsâ ve Harun gibi peygamberler de ise eksiklik-kusur bulur. ]

 

Cüneyd b. Muhammed, Sehl b. Abdullah ve benzerleri gibi Müslümanlar katındaki saygı değer hocaları kötüler ama Haccac ve benzeri gibi, Müslümanlar katında kötülenmiş olanları da över. Tıpkı onun şeytânî hayallerin tezahüründe zikrettiği gibi. Cüneyd (Allah onun ruhunu kutsasın) İslam’ın imamlarından birisidir. Kendisine tevhidden sorulduğunda: “Tevhid, önce gelenle sonra geleni ayırmaktır, demiştir. [ Tevhidin, yeni ile eskinin ve yaratan ile yaratılanın arasını ayırt etmek olduğunu beyan etmiştir. ]

 

“el-Fusus” kitabının sahibi bunu inkâr etmiş ve şeytânî ve hayâlî kitabında ona şöyle der: « Ey Cüneyd! Eski ile yeniyi o ikisinden başkası ayırt edebilir mi? O yüzden Cüneyd “eski olanla yeniyi ayırt etmektir” sözünde hata etmiştir. Çünkü onun sözü şudur: Sonradan olanın vâr oluşu, eskinin vâr oluşunun ta kendisidir. Tıpkı “fusus” kitabında dediği gibi: Allah’ın en güzel isimlerinden biri de “el-Aliy” (Yüce)’dir. Kime yüceliktir bu? Orada O’ndan başkası yoktur ki! Ve neden yüceliktir? Ondan başkası yoktur ki! O’nun yüceliği kendi nefsinedir ve O, mevcûdâtın ta kendisidir. Muhsedât (sonradan olan) diye isimlendirdiğimiz, kendi zâtı için yücedir. Bu âlemde olan her şey O’ndan başkası değildir…»

 

Sözlerine şöyle devam eder: « O, bâtın ve zâhir olanın ta kendisidir. Orada, O’nu gören, O’ndan başkası değildir. Ebu Said Harraz ve sonradan çıkan isimlerden isimlendirilen yine O’dur. »

 

Bu inançsız için şöyle denilir: Bu ikisinden başka, üçüncüsünün olması, ilim ve sözle iki şeyin arasını ayırt etmenin şartından değildir. İnsanlardan her biri, kendisiyle bir başkasının arasını ayırt edebilir. O, üçüncüsü değildir. Kul, kendisinin kul olduğunu bilir ve kendisiyle yaratıcısının arasını ayırt edebilir. Yaratan da Celle Celâluhû kendisiyle, yarattıklarının arasını ayırt eder ve kendisinin onların Rabbi, onların da O’nun kulları olduğunu bilir. Kur’an’ın bir çok yerinde bundan bahsedilmiştir. Mü’minlerin zâhiren ve bâtinen ikrarlarına Kur’an şâhitlik eder.

 

Bu mülhitler (inançsızlar) ise, onlardan biri olan Tilmîsânî’nin iddia ettiği gibi, iddiada bulunurlar. Bu adam ise, mülhitlerin en usta olanıdır. Ona “fusus” kitabı okunmuş ve: “Kur’an, sizin bu sözlerinize muhalefet ediyor” denildiğinde, o: Kur’an’ın hepsi şirktir, tevhid ise ancak bizim sözlerimizdir, demiştir. Ona: “Madem ki varlık tektir, o halde neden insanın hanımı kendisine helal oluyor da kız kardeşi haram oluyor?” denildiğinde ise o şu cevabı verdi: bizim katımızda hepsi helaldir. Fakat, kalp gözleri kapalı olanlar “haramdır” derler. Biz ise “sizin üzerinize haramdır” dedik.

 

Bu büyük küfürleriyle beraber, sözlerinde zâhiren zıtlık vardır. Şayet vücut birse, perdelenen kim, perdeleyen kimdir? Bunun içindir ki, onların bazı şeyhleri müridine: Her kim sana kâinatta Allah’tan başka varlık vardır, derse muhakkak yalan söylemiştir, demiştir. Müridi ona şöyle der: Öyleyse yalan söyleyen kimdir?  İr başkasına şöyle derler: Bunlar dış görünüştür. Onlara şöyle dedi: Görünmeyen bir dış görünüş, yoksa dış görünüş bir  görünen midir? Şayet ondan başkası ise, nispet etmekle konuşmuş olursunuz, şayet kendisi ise, fark yoktur.

Biz, bunların gizli düşüncelerini ortaya çıkarıcı sözlerini başka bir yerde geniş olarak ele aldık. Ve onların sözlerinin hepsinin hakikatini-gerçeğini açıkladık. “Fusus” kitabının sahibi şöyle diyor: Vâr olmayan bir şeydir, hakkın varlığı ise onun üzerine boştur. Böylelikle o, var olanla sabit olanı birbirinden ayırır.  

 

Vâr olmayan (ma’dûm) dışarıda sabit bir şeydir, diyen mutezilenin bu sapıklıklarına rağmen ondan (İbnu Arabi) daha hayırlıdır. Bunlar şöyle derler: Rab, yokluktaki bu sabit şeyler için bir var oluş yarattı. O ise Rab için var oluştur. Bu ise, (İbnu Arabi) Rabbin ver oluşunun ta kendisi onun üzerine boştur. Onun katında yaratılanın varlığı, yaratanın varlığı ile ayrı değildir. İbnu Arabi’nin arkadaşı es-Sadrul-Kûnûvî ise mutlakla muayyenin arasını ayırır. Çünkü o, felsefeye daha yakındır. Vâr olmayanın bir şey olduğunu ikrar etmez. [7] Fakat hakkı ise, “mutlak vücut” olduğunu söylemiştir. Bu konuda da “Miftâhu Ğaybil-Cemi’ vel-Vücût” adlı kitabını yazmıştır.

 

Bu söz ise yaratanın tüm sıfatlarını inkâr etme ve O’nun yokluğunu söylemektir. Muhakkak ki mutlak, ıtlak şartının sayesindedir. O ise bütüncül bir akıldır. Gözlerde değilde ancak zihinlerde oluşur. Mutlak’ın ise bir şartı yoktur. O ise tabiî bir bütündür. Şayet şöyle denirse: O, dışarıda (hariçte) mevcuttur. Dışarıda ise, muayyenden başkası yoktur. O ise, dışarıda onun sabitliğini söyleyenin yanında muayyen bir cüzdür. Bu takdirde Rabbin var olması ya dışarıda yok olması, ya mahlukatın var oluşundan (vücüdundan) bir cüz olması ya da mahlukatın vücudunun ta kendisi olması gerekir. Bir şeyin parçası bir bütünü mü, yoksa bir şey kendi nefsini mi yaratır? Veya bir şeyin bazısı (bir parçası) cemisini (hepsini) yarabilir mi?  

 

Bunlar “hulul” lafzını kullanmaktan kaçınırlar. Çünkü o, hulul eden ve edilen gerektirir. Onlar ittihat (tek olma) lafzından da kaçınırlar. Çünkü o, iki şeyden birinin diğerine birleşmesini gerektirir.

Onlara göre vücut tektir. Onlar şöyle derler: Hıristiyanlar İsa Aleyhisselam’ı tahsis edip o Allah’tır dedikleri için kâfir olmuşlardır. Şayet bunu genelleştirseydiler kâfir olmazlardı.

Aynı şekilde putlara tapanlara da şöyle diyorlar: Bazılarını bırakıp gözüken bazılarına taptıklarından dolayı hata ettiler. Şayet hepsine tapsalardı onların katında hata etmeyeceklerdi. [ Yine onlara göre tanınmış bir ârifin putlara tapması da ona zarar vermez. ]

 

Bu ise onda onunla birlikte büyük küfürdür. Ve onlar da dâima zıtlılar vardır. Onlara şöyle denir: Hata eden kimdir? Fakat onlar şöyle derler: Muhakkak ki Rab, mahlukun vasıflandırıldığı bütün noksan sıfatlarla sıfatlandırılır. Mahlukat ise yaratanın vasıflandırıldığı bütün kemal sıfatlarla sıfatlandırılırlar. Ve “fusus” kitabının sahibi İbnu Arabi’nin dediği gibi derler: Vücûdiyet sıfatlarının ve yokluğa nisbet edilenin hepsini içine alanla kemal, zatı yüce olandır. Bu ise ister şer’an, alken ve örfen övülmüş olsun, isterse de şer’an ve örfen yerilmiş olsun. O, özel Allah müsammasından başka bir şey değildir.

 

Onlar bu küfürleriyle beraber bir türlü tenakuzdan (zıtlıktan) kurtulamazlar. Çünkü bunun öyle olmadığı akılla ve hisle bilinen bir şeydir. Bunlar Tilmîsânî’nin demediğini derler: Bizim yanımızda sarih aklın zıt düştüğü keşifte sabit olmuştur. Ve şöyle derler: Kim hakikati isterse –yani onların hakikati- aklı ve şeriati terk etsin.

Onlardan birisiyle konuşurken şöyle dedim: “Peygamberlerin keşfi (gizliliklere ulaşma) başkalarının keşfinden daha yüce ve daha kâmil olduğu bilinen bir şeydir. Ve onların haberleri başkalarının haberlerinden daha doğrudur. Peygamberler (Allah’ın salat ve selamı onların üzerine olsun) insanoğlunun akıllarının kabul etmez olarak bildiklerinin değil, insan aklının onun marifesin-den aciz olduklarını haber verirler. Ve fasit (bozuk) akıllara değil, safi ve selim akıllara haber verirler. [ Rasûl’ün getirdikleri haberlerin sarih akla zıt olması kabul edilmeyen bir şeydir.  ] İki katî (kesin) delilin, ister aklî olsun, isterse semî (duyuma dayalı) olsun, veya bir aklî diğeri de semî olsun birbirine tezat düşmesi de kabul edile-mez. Durum böyleyken sarih şeriate ve akla tezat düşen iddiacının keşfinin hali nicedir!?

 

Bunlar, belki bilerek-kasten yalan söylemiyorlar. Ancak, onların kendi nefislerinde bazı şeyler gerçekmiş gibi görünüyor ve onlarda bunu dışarıda zannediyorlar. Bunları dışarıda mevcut olarak görüyorlar ve onu salihlerin kerametlerinden zannediyorlar. O da şeytanın aldatmacasından biri oluyor.

Vahdet-i Vücut’u savunanlar, evliyaları peygamberlerin özüne geçiriyorlar veya nübüvvetin kesilmediğini iddia ediyorlar. Tıpkı İbnu Sebî’n ve onun benzerlerine dedikleri gibi. Bunu da iç mertebeye ayırırlar ve şöyle derler: Kul öncelikle itaate ve isyana şâhitlik eder. Sonra ma’siyet olmaksızın itaate şâhitlik eder. Birinci şâhitlik sahih olan bir şâhitliktir. O, itaat ile ma’siyet arasındaki farktır. İkinci şâhitliğe gelince, onunla kader şâhitliğini murat ediyorlar. Onlardan bazılarının dedikleri gibi: Ben kendisine isyan edilen bir Rabbi inkâr ediyorum. Bu ma’siyetin (günah işlemenin) meşiet olan iradeye muhalif olduğunu iddia ediyor. Yaratılmışların hepsi meşiet hükmünün altına girerler.  Onların bir şâiri şöyle der:

 

 “Senin seçtiklerinden alınarak sabahladım

Benim amelimin hepsi itaattir. “

 

Bu ise Allah’ın Allah’ın Resulleriyle gönderdiklerine ve Kitaplarında indirdiklerine indirdiklerine muhalif olduğu malumdur. Sahibinin cezalandırılmayı ve zemmetmeyi (eleştirmek- azarlamak) hak ettiği ma’siyet, Allah ve Rasûlünün emrine muhalefet etmektir. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:

 

﴿تِلْكَ حُدُودُ اللّهِ وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَرَسُولَهُ يُدْخِلْهُ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا وَذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ {13} وَمَن يَعْصِ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَتَعَدَّ حُدُودَهُ يُدْخِلْهُ نَاراً خَالِداً فِيهَا وَلَهُ عَذَابٌ مُّهِينٌ

 

« Bunlar, Allah’ın (kulları için koyduğu) hudutlardır. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, O da onu, içinde dâimî kalacağı, (ağaçları) altından ırmaklar akan cennetlere sokar; bu da en büyük kurtuluştur. Kim de Allah’a ve Peygamberine isyan ve O’nun kanunlarını tecavüz ederse, O da onu, içinde dâimî kalacağı ateşe sokar. Onun için zelîl edici bir azâb vardır. »[8]  

  

Daha sonra “iradetul-kevni” ve dînî ile “emrul-kevnî” ve dînî arasındaki farkını zikredeceğiz.

Bu mesele, sofilerin bir meselesine benzemiştir. Cüneyd (Allah ona rahmet etsin) onlara bunu açıklamıştır. Her kim, onda Cüneyd’e uyarsaisabet üzeredir. Kim de ona muhalefet ederse yanılmıştır. Onlar bütün işlerin Allah’ın dilemesi ve kudretiyle olması ve tevhide tanıklık etme meselesi hakkında konuştular. Bunu da “el-Cemu’l-Evvel” (birinci toplam) olarak isimlendiriyorlar. Cüneyd, ikinci farkın şâhitliğinin olması gerektiğini onlara açıklamıştır. Eşyanın olmasının şâhitliğiyle birlikte, hepsi Allah’ın dilemesinde, kudretinde ve yaratmasında müşterektir. Onun emrettiğinin, sevdiğinin ve razı olduğu ile yasakladığı, kerih gördüğü ve kızması arasında fark olması gerekir.  Ve Allah dostlarıyla düşmanlarının arasını ayırır. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi: 

 

﴿أَفَنَجْعَلُ الْمُسْلِمِينَ كَالْمُجْرِمِينَ {35} مَا لَكُمْ كَيْفَ تَحْكُمُونَ

 

« Müslümanları o günahkârlarla bir mi tutacağız? Hem size ne oldu ki, nasıl hükmediyorsunuz? »[9]  

 

 ﴿أَمْ نَجْعَلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَالْمُفْسِدِينَ فِي الْأَرْضِ أَمْ نَجْعَلُ الْمُتَّقِينَ كَالْفُجَّارِ

 

« Yoksa, îman edenleri ve sâlih amel işleyenleri, yeryüzünde fesad çıkaranlar gibi mi tutacağız? Yahutta Allah’tan korkanları, kötülük işleyenler gibi mi tutacağız? »[10]

 

﴿أًمْ حَسِبَ الَّذِينَ اجْتَرَحُوا السَّيِّئَاتِ أّن نَّجْعَلَهُمْ كَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَوَاء مَّحْيَاهُم وَمَمَاتُهُمْ سَاء مَا يَحْكُمُونَ

 

« Yoksa kötülükleri işleyenler, hayatlarında ve ölümlerinde, kendilerini, îman edenler ve sâlih amel işleyen kimselerle bir tutacağımızı mı zannediyorlar? Ne kötü hüküm veriyorlar. »[11] 

 

﴿وَمَا يَسْتَوِي الْأَعْمَى وَالْبَصِيرُ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَلَا الْمُسِيءُ قَلِيلاً مَّا تَتَذَكَّرُونَ

 

« Kör ile gören, îman edip sâlih amel işleyenlerle kötülük eden bir olmaz. Ne kadar da az düşünüyorsunuz. »[12]

 

Bunun içindir ki ümmetin selefinin ve imamlarının mezhebi; Allah her şeyi yaratan, Rabbi ve sahibidir. Dilediği olan, dilemediği ise olmayandır. O’ndan başka Rab yoktur. O, bununla birlikte itaati emretmiş ve masiyettende nehyetmiştir. O, fesadı sevmez. Kulları için küfre razı olmaz. Kötülüğü-fuhşuyatı emretmez. Şayet bu O’nun dilemesiyle vuku bulduysa da, O, bunu sevmez. Bilakis, bu kendisini kızdırır, ehlini zemmeder ve onları cezalandırır.

Üçüncü Mertebe: Ne itaate ne de ma’siyete şahitlik etmez. O, vücudun (varlığın) tek olduğunu görür (Vahdeti vücut). Onların yanında bu, Allah için dostluk ve hakikatin en son noktasıdır. Gerçekte ise o, Allah’ın isim ve sıfatlarındaki ilhadın (inançsızlığın) en son noktasıdır. Bu görüşün sahibi, Yahudileri, Hıristiyanları ve başka kâfirleri dost edinir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: 

 

﴿وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ

 

« İçinizden her kim onları dost edinirse, o onlardandır. »[13]  

 

Şirkten ve putlara tapmaktan kurtulamamışlar ve İbrahim el-Halil’in (Allah’ın salat ve selamı O’nun üzerine olsun) milletinden (dininden) dışarı çıkmışlardır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿قَدْ كَانَتْ لَكُمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فِي إِبْرَاهِيمَ وَالَّذِينَ مَعَهُ إِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ إِنَّا بُرَاء مِنكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَاء أَبَداً حَتَّى تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَحْدَهُ إِلَّا قَوْلَ إِبْرَاهِيمَ لِأَبِيهِ لَأَسْتَغْفِرَنَّ لَكَ وَمَا أَمْلِكُ لَكَ مِنَ اللَّهِ مِن شَيْءٍ رَّبَّنَا عَلَيْكَ تَوَكَّلْنَا وَإِلَيْكَ أَنَبْنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ

 

« İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda, sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine demişlerdi ki: “Ben sizden ve sizin Allah’tan başka ibadet ettiğiniz şeylerden uzağız. Biz, sizin putlarınızı inkâr ediyoruz. Siz, tek bir Allah’a îman etmedikçe, bizimle sizin aranızda ebedî olarak kin ve düşmanlık belirmiştir. »[14]

 

İbrahim Aleyhisselam’da müşrik olan kavmi için şunları söylüyor:

﴿قَالَ أَفَرَأَيْتُم مَّا كُنتُمْ تَعْبُدُونَ {75} أَنتُمْ وَآبَاؤُكُمُ الْأَقْدَمُونَ {76} فَإِنَّهُمْ عَدُوٌّ لِّي إِلَّا رَبَّ الْعَالَمِينَ

 

« İbrahim’de demişti ki: “Şimdi, gerek sizin ve gerekse daha evvelki atalarınızın nelere ibadet ettiğinizi görüyor musunuz? Onların hepsi benim düşmanımdır; yalnız âlemlerin Rabbi hariç. »[15]

 

﴿لَا تَجِدُ قَوْماً يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَلَوْ كَانُوا آبَاءهُمْ أَوْ أَبْنَاءهُمْ أَوْ إِخْوَانَهُمْ أَوْ عَشِيرَتَهُمْ أُوْلَئِكَ كَتَبَ فِي قُلُوبِهِمُ الْإِيمَانَ وَأَيَّدَهُم بِرُوحٍ مِّنْهُ

 

« Allah’a ve âhiret gününe îman eden bir kavmin, babaları, yahut oğulları, yahut kardeşleri, yahutta akrabaları bile olsalar, Allah’a ve Rasûlüne karşı gelen kimselere sevgi beslediklerini göremezsin. İşte bunlar, Allah’ın kalplerine îmanı yazdığı ve kendinden bir rûh ile kuvvetlendirdiği kimselerdir. »[16]

 

Onlardan bazıları, mezhepleri üzerine kasîdeler ve kitaplar yazmışlardır. Tıpkı İbnul-Fâriz’in “Nazmus-Sulûk” diye isimlendirdiği kasidesi gibi. Orada şunlar söylüyor:

 

“Makamda kıldığım namazım ve duam onundur

Orada şehadet ederim ki o benim için namaz kıldı

Namaz kılan ve secde eden ikimizde biziz

Onun hakikatinde her secde de bir araya geliriz.

Bana benden başka namaz kılan olmadı

Benim namazım benden başkası için, her rekatta edadır

Ben ve o buna devam etmekteyiz

(Ben ona, o bana ibadet etmekteyiz)

Bunda fark yoktur. Bilakis benim zatım, zatıma namaz kılmakta

Benden bana gönderilmiş bir Resul idim

Benim âyetlerim benim üzerime-zatıma delalet eder

Dua edildiğinde icabet eden ben idim

Şayet seslenen ben isem, beni çağıran icabet eder. “

 

Bu sözlerin misalleri devam eder gider. Bunun için bu sözlerin sahibi ölüm anında şunları söyler:

 

 “Sizin katınızda şayet ben sevgiliysem

Yüz yüze geldiğim günlerimi ziyan ettim ben

Bir zamanlar nefsimin onunla başarılı olduğu temennimdi

Bugün ise, karmakarışık rüyalar olarak hesap ediyorum şimdi “

 

O, kendisinin Allah olduğunu zannediyordu. Allah’ın melekleri onun ruhunu almaya geldiklerinde, zannettiğinin batıl olduğu ortaya çıkmış oldu. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: 

 

﴿سَبَّحَ لِلَّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ

 

« Göklerde ve yerde olan her şey Allah’ı tesbih eder. O dâimî galiptir; hikmet sahibidir. »[17]

 

Göklerde ve yerde olan Allah’ı tesbih ederler. Onlar (hâşâ) Allah değildir. Sonra Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 

﴿لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ يُحْيِي وَيُمِيتُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ {2} هُوَ الْأَوَّلُ وَالْآخِرُ وَالظَّاهِرُ وَالْبَاطِنُ وَهُوَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ

 

« Göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur; diriltir ve öldürür. O, her şeye kâdirdir. O, ilktir; sondur; zâhirdir; bâtındır. O, her şeyi hakkıyla bilendir. »[18]

 

Sahihi Muslim’de gelen bir rivayette, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in duasında şöyle dediği rivayet olunmuştur:

 

« Büyük arşın ve yedi göğün Rabbi olan Allahım! Sen, bizim ve her şeyin Rabbisin. Meyve çekirdeğini ne tohumu yaran, Kur’an’ı, İncil’i ve Tevrat’ı indirensin. Sıkıca kavradığın hayvanların şerrinden sana sığınırım. Allahım! Sen evvelsin, Senden önce bir şey yoktur. Ve sen sonsun. Senden başka bir şey yok. Sen zahirsin. Senin üstünde bir şey yok. Sen batınsın. Senden başka bir şey yok. Borcumu gider ve beni fakirlikten kurtar. »[19]

 

Sonra Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿هُوَ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يَعْلَمُ مَا يَلِجُ فِي الْأَرْضِ وَمَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمَا يَنزِلُ مِنَ السَّمَاء وَمَا يَعْرُجُ فِيهَا وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ وَاللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ

 

« Gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş üzerine istiva eden , yere gireni ve yerden çıkanı, gökten ineni ve göğe çıkanı bilen O’dur. Nerede olursanız, O sizinle beraberdir. Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir. »[20]  

 

Göklerin ve yerin, başka bir âyette (ikisi arasındaki) mahlukun Allah’ı zikrettiğini söylemiştir. Allah, kendisinin her şeyi bildiğini haber vermiştir.  

(O sizinle beraberdir) sözüne gelince; (birlikte) sözü, Arap dilinde, iki şeyden birinin diğerine karışmasını içine almaz. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:  

 

﴿اتَّقُواْ اللّهَ وَكُونُواْ مَعَ الصَّادِقِينَ

 

« Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun.»[21]

 

﴿مُّحَمَّدٌ رَّسُولُ اللَّهِ وَالَّذِينَ مَعَهُ أَشِدَّاء عَلَى الْكُفَّارِ

« Muhammed Allah’ın Rasûlüdür. O’nun beraberinde bulunanlar kâfirlere karşı serttirler. »[22]

 

﴿وَالَّذِينَ آمَنُواْ مِن بَعْدُ وَهَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ مَعَكُمْ فَأُوْلَـئِكَ مِنكُمْ

 

« Sonradan îman edenler, hicret edenler ve sizinle birlikte cihad edenler, işte bunlar da sizdendir. »[23]

 

“Birlikte” lafzı Kur’ân’da genel ve özel olarak gelmiştir. Genel manada bu âyetlerde ve Mücadele Sûresi’nde gelmiştir.

 

﴿أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ مَا يَكُونُ مِن نَّجْوَى ثَلَاثَةٍ إِلَّا هُوَ رَابِعُهُمْ وَلَا خَمْسَةٍ إِلَّا هُوَ سَادِسُهُمْ وَلَا أَدْنَى مِن ذَلِكَ وَلَا أَكْثَرَ إِلَّا هُوَ مَعَهُمْ أَيْنَ مَا كَانُوا ثُمَّ يُنَبِّئُهُم بِمَا عَمِلُوا يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّ اللَّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ

 

« Allah’ın göklerde ve yerde olan her şeyini bildiğini bilmez misin? Üç kişinin hiçbir gizlisi yoktur ki, O, dördüncüleri olmasın; beş kişinin hiçbir gizliliği yoktur ki, O, altıncıları olmasın. İster bundan daha az, ister daha çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar, O, onlarla beraberdir; sonra da kıyamet günü, kendilerine yaptıklarını haber verecektir. Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla bilendir. »[24]

 

Allah Teâlâ âyetini, ilimle açmış ve yine ilimle kapatmıştır. Bunun içindir ki, İbnu Abbas, Dihak, Sufyanus-Sevri ve Ahmed b. Hanbel: O, onlarla ilmiyle beraberdir, demişlerdir.

Özel birliktelik ise; Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibidir:

 

﴿إِنَّ اللّهَ مَعَ الَّذِينَ اتَّقَواْ وَّالَّذِينَ هُم مُّحْسِنُونَ

 

« Allah, şüphesiz, sakınanlarla ve kulluk görevini iyi yapanlarla beraberdir. »[25]

 

Allah Teâlâ’nın Mûsâ Aleyhisselam’a olan sözü:

 

﴿قَالَ لَا تَخَافَا إِنَّنِي مَعَكُمَا أَسْمَعُ وَأَرَى

 

« Ben sizinle beraberim; işitir ve görürüm. »[26]

 

﴿إِذْ هُمَا فِي الْغَارِ إِذْ يَقُولُ لِصَاحِبِهِ لاَ تَحْزَنْ إِنَّ اللّهَ مَعَنَا

 

« Her ikisi de mağarada iken arkadaşına: “Üzülme, Allah bizimle beraberdir” demişti. »[27]

 

Yani, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem ve Ebu Bekir es-Sıddîk (Allah O’ndan razı olsun). Allah, Firavunla değil, Mûsâ ve Harun’la beraberdir. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ve O’nun arkadaşıyla beraberdir, Ebu Cehil ve diğer düşmanlarıyla değil. Allah, sakınanlarla ve kulluk görevini iyi yapanlarla beraberdir, haddi aşan zalimlerle değil.

 

Şayet beraber olmanın manası, “zatıyla her yerdedir” olsaydı, özel haber ve genel habere zıt olurdu. Bilakis manası, onlar olmaksızın güçlendirmesiyle ve yardımıyla bunlarla beraberdir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 ﴿وَهُوَ الَّذِي فِي السَّمَاء إِلَهٌ وَفِي الْأَرْضِ إِلَهٌ

 

« Gökte de yerde de ilâh O’dur. »[28]

 

Yani, göklerde ve yerde olanın ilahıdır. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:

 

﴿وَلَهُ الْمَثَلُ الْأَعْلَى فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ

 

« Göklerde ve yerde en yüksek sıfatlar O’nundur. O, dâimâ gâliptir; hikmet sâhibidir. »[29]

 

﴿وَهُوَ اللّهُ فِي السَّمَاوَاتِ وَفِي الأَرْضِ

 

« O, göklerde ve yerde olan tek Allah’tır. »[30]

 

İlim imamlarından Ahmed b. Hanbel ve başkaları bunu; O, göklerde ve yerdeki ibadet edilendir, şeklinde açıklamışlardır.

Bu ümmetin selefi ve imamları, Allah Teâlâ’nın yarattıklarında ayrı olduğunda icmâ etmişlerdir. Allah Teâlâ, kendisinin ve Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in vasfettiği sıfatlarla tahrif, ta’til, tekyif ve temsil olmaksızın vasıflandırılır. Noksan sıfatlarla değil, kemal sıfatlarla vasıflandırılır. O’nun bir benzerinin olmadığı gibi kemal sıfatlarında da bir şey O’na benzemez. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:

 

﴿قُلْ هُوَ اللَّهُ أَحَدٌ {1} اللَّهُ الصَّمَدُ {2} لَمْ يَلِدْ وَلَمْ يُولَدْ {3} وَلَمْ يَكُن لَّهُ كُفُواً أَحَدٌ

 

« (Ey Muhammed! O müşriklere) de ki: “O Allah birdir” Allah sameddir (her şeyden mustağni, her şey O’na muhtaçtır). Doğurmamıştır; doğmamıştır. Hiç kimse (ve hiç bir şey) O’na denk değildir. »[31]

 

İbnu Abbas (Allah O’na rahmet etsin) şöyle dedi: Samed: İlminde kemale erdiği alimdir (her şeyi bilen). Azametinde kemale erdiği azimdir (en yüce). Kudretinde kemale erdiği kadirdir (her şeye gücü yeten). Hakimiyetinde kâmil bir efendidir.

İbnu Mesud ve başkaları da şöyle dedi: Samed: Noksanlığı olmayan, Samed ise, bir benzeri olmayan demektir. “Es-Samed” ismi, kemal sıfatlarla sıfatlanmasını ve O’ndan noksanların nefyini içine alır. “el-Ehad” ismi ise, O’nun bir benzerinin olmaması şeklinde sıfatlanmasını içine alır. Biz bu surenin tefsirinde, Kur’an’ın üçte birine denk geldiğini geniş bir şekilde ele almıştık.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

FASIL

 

 

 

 

İnsanlardan bir çoğuna, îmânî-dînî eminlerin hakikatleri, kevnî (var etme) kaderî- yaratmanın hakikatleri ile benzerlik göstermektedir.

İnsanların bir çoğunda, imanla, dinle ve emirlerle alakalı hakikatler, var etmeyle, kaderle, yaratmayla alakalı hakikatler ile benzerlik göstermektedir. Yaratma ve emir, Allah Subhanehu ve Teâlâ’ya âittir. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:

﴿إِنَّ رَبَّكُمُ اللّهُ الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوَى عَلَى الْعَرْشِ يُغْشِي اللَّيْلَ النَّهَارَ يَطْلُبُهُ حَثِيثاً وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِأَمْرِهِ أَلاَ لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ

 

« Rabbiniz, şüphesiz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da Arş üzerinde istiva eden, geceyi, kendisini süratle takip eden gündüzle örten, güneşi, ayı ve yıldızları emrine boyun eğmiş olarak yaratan hep Allah’tır. Bilesiniz ki, yaratma ve emir O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah, ne yücedir. »[32]

 

Allah Subhânehû ve Teâlâ, her şeyin yaratıcısı, Rabbi ve sahibidir. Ne O’ndan başka bir yaratıcı vardır, ne de O’nun gibi bir Rab vardır. Dilediği olur, dilemediği ise olmaz. Var olan her şeyin hal ve hareketleri, Allah’ın kazası, kaderi, dilemesi, kudreti ve yaratmasıyladır. Allah Subhânehû ve Teâlâ kendisine ve Rasûlüne itaati emretmiş, kendisine şirk koşulmasını da yasaklamıştır. İyiliklerin en yücesi tevhid, kötülüğün en yücesi de şirktir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاءُ

 

« Allah, kendisine şirk koşulmasını aslâ affetmez. Bunun dışındaki (günâh) leri ise, dilediği kimse için bağışlar. »[33]

﴿وَمِنَ النَّاسِ مَن يَتَّخِذُ مِن دُونِ اللّهِ أَندَاداً يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللّهِ وَالَّذِينَ آمَنُواْ أَشَدُّ حُبّاً لِّلّهِ

 

« İnsanlar içinde bir takım kimseler de vardır ki, Allah’tan başkasını O’na ortaklar edinip, onları, Allah’ı sever gibi severler; gerçi iman edenlerin Allah’a olan sevgileri çok daha kuvvetlidir. »[34]  

 

Buhari ve Muslim’de İbnu Mesud’dan (Allah O’ndan razı olsun) gelen bir rivayette o şöyle der: Dedim ki: Ey Allah’ın Rasûlü! Günâhların en büyüğü hangisidir? Şöyle buyurdu sallallahu aleyhi ve sellem: “Allah seni yarattığı halde O’na ortaklar edinmendir.” Sonra hangisidir? dedim. “Komşunun hanımıyla zina etmendir” buyurdu. Bunu doğrulayıcı olarak Allah Teâlâ şu âyetini indirdi:

 

﴿وَالَّذِينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ اللَّهِ إِلَهاً آخَرَ وَلَا يَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّتِي حَرَّمَ اللَّهُ إِلَّا بِالْحَقِّ وَلَا يَزْنُونَ وَمَن يَفْعَلْ ذَلِكَ يَلْقَ أَثَاماً {68} يُضَاعَفْ لَهُ الْعَذَابُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَيَخْلُدْ فِيهِ مُهَاناً {69} إِلَّا مَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ عَمَلاً صَالِحاً فَأُوْلَئِكَ يُبَدِّلُ اللَّهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ وَكَانَ اللَّهُ غَفُوراً رَّحِيماً

 

« Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarmayanlar, hak yolla olmadıkça Allah’ın haram kıldığı nefsi öldürmeyenler ve zina etmeyenlerdir. Kim bunları yaparsa, günâhının cezasını bulur. Kıyamet günü, onun azâbı, kat kat artırılır; orada, zelil olarak ebediyen kalır. Ancak tövbe eden, îman eden ve iyi iş yapanlar başka. Allah, onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah, çok bağışlayıcıdır; çok merhametlidir. »[35]

 

Allah Subhânehû ve Teâlâ, adâleti, ihsanı ve akrabaya vermeyi emretmiş, haksızlığı, kötü işleri ve fuhşuyatı yasaklamıştır. Muttakileri (Allah’tan hakkıyla korkanları), iyilikte bulunanları, hakkı gözetenleri ve temizlenenleri sevdiğini haber vermiştir. O’nun yolunda tıpkı birbirine kenetlenmiş bina gibi saf halinde savaşanları sever. Allah, yasakladığını da kerih görür (sevmez). Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:

﴿ كُلُّ ذَلِكَ كَانَ سَيٍّئُهُ عِنْدَ رَبِّكَ مَكْرُوهاً

 

« Bunların hepsi de, Rabbin katında, kötü olup hoş görülmeyen şeylerdir. »[36]  

 

Şirki ve ana-babaya kötülüğü yasaklamış, akrabanın haklarını vermeyi emretmiştir. İsrafı yasakladığı gibi, cimriliği de yasaklamıştır. Saçıp savurmayı yasakladığı gibi elinde sımsıkı tutmayı da yasaklamıştır. Haksız yere adam öldürmekten, zinadan ve iyilik olmaksızın yetimin malını yemeyi de yasaklamıştır. Daha sonra âyetinde şöyle buyurmuştur:

 

« Bunların hepsi de Rabbin katında, kötü olup hoş görülmeyen şeylerdir. »

 

Allah Subhânehû ve Teâlâ  bozgunculuğu sevmez ve kulları için küfürden razı olmaz. Kul ise, dâimâ Allah’a tövbe etmekle emrolunmuştur. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

 

﴿وَتُوبُوا إِلَى اللَّهِ جَمِيعاً أَيُّهَا الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ

 

«Ey mü’minler! Hep birden Allah’a tövbe edin de kurtuluşa eresiniz. »[37]

 

Sahihi Buhari’de Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen bir hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor:

 

« Ey insanlar! Rabbinize tövbe edin. Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ben Allah’a bir günde yetmiş seferden fazla tövbe eder ve bağışlanma dilerim. »[38]

 

Sahihi Muslim’de gelen hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyor: 

 

« Kalbimi gaflet kapladığında, ben Allah’a günde yüz kere bağışlanma dilerim. »[39]  

 

“Sünen” de geçen rivayette İbnu Ömer Radıyallahu Anhu şöyle diyor: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in bir mecliste: “Rabbim! Beni bağışla, tövbemi kabul et. Muhakkak ki sen tövbeleri çokça kabul edensin.” duasını yüz kere ettiğini sayardık. [40]

 

Allah Subhânehû ve Teâlâ, kullarına salih amellerin sonunu istiğfarla bitirmelerini emretmiştir. Nebi sallallahu aleyhi ve sellem namazın bitirip selam verdiğinde, üç kere istiğfar eder ve şöyle derdi: “Allah’ım, sen selamsın, selam sendendir. Ey büyüklük ve kerem sahibi Rabbim! Sen ne kadar yücesin!” [41]

   

Sahih hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’den sabit olan hadiste Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: « Seher vakitlerinde Allah’tan mağfiret dileyenler »[42]  Onlara geceleyin kalkmayı ve seherlerde istiğfar etmeyi emretmiştir.

 

Yine “Kıyâmul-Leyl” (gece kalkma)  Sûresi olan “Muzzemmil Sûresi” ni şu âyeti kerîmeleriyle sona erdirmiştir:

 

« Allah’tan mağfiret dileyin; şüphe yoktur ki Allah, çok bağışlayıcıdır; çok merhametlidir. »

 

Allah Teâlâ Bakara Sûresi’nde de şöyle buyuruyor:

 

﴿فَإِذَا أَفَضْتُم مِّنْ عَرَفَاتٍ فَاذْكُرُواْ اللّهَ عِندَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِ وَاذْكُرُوهُ كَمَا هَدَاكُمْ وَإِن كُنتُم مِّن قَبْلِهِ لَمِنَ الضَّآلِّينَ {198} ثُمَّ أَفِيضُواْ مِنْ حَيْثُ أَفَاضَ النَّاسُ وَاسْتَغْفِرُواْ اللّهَ إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ

 

« Arafat’tan indiğiniz zaman, Meş’ar-i Haram’da Allah’ı zikredin. Siz, önceden sapıklardan olduğunuz halde, sizi doğru yola sevkettiği için O’nu anın. Sonra insanların indiği yerden  inin ve Allah’tan mağfiret dileyin. Şüphesiz ki Allah, çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir. »[43]  

 

Sadece bu değil bir de, Allah Subhânehû ve Teâlâ, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in savaşlarının sonuncusu olan Tebuk savaşı olduğunda son emir olarak şu âyetini indirdi:

 

﴿لَقَد تَّابَ الله عَلَى النَّبِيِّ وَالْمُهَاجِرِينَ وَالأَنصَارِ الَّذِينَ اتَّبَعُوهُ فِي سَاعَةِ الْعُسْرَةِ مِن بَعْدِ مَا كَادَ يَزِيغُ قُلُوبُ فَرِيقٍ مِّنْهُمْ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ إِنَّهُ بِهِمْ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ {117} وَعَلَى الثَّلاَثَةِ الَّذِينَ خُلِّفُواْ حَتَّى إِذَا ضَاقَتْ عَلَيْهِمُ الأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ وَضَاقَتْ عَلَيْهِمْ أَنفُسُهُمْ وَظَنُّواْ أَن لاَّ مَلْجَأَ مِنَ اللّهِ إِلاَّ إِلَيْهِ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ لِيَتُوبُواْ إِنَّ اللّهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ

 

« Allah, Peygamberin ve içlerinden bir kısmının kalpleri neredeyse (îmandan) koymak üzereyken güçlük ânında Peygambere tâbi olan Muhacirlerle Ensar’ın tövbelerini kabul etmiştir. Kabul etmiştir, çünkü O, onlara karşı müşfik, çok merhametlidir. (Keza Peygamberle birlikte savaşa çıkmaktan) geri bırakılan üç kişinin tövbesini de kabul etmiştir; çünkü bunlar (savaştan geri kalınca) , bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmış ve Allah (ın gazabından)  dan yine Allah’ın kendisinden başka sığınacak yer olmadığını anlamışlardı. Sonra da Allah, (hep Allah’a sığınıp) tövbe etsinler diye, onların tövbesini kabul etmişti. Şüphesiz tövbeleri en çok kabul eden, çok merhametli olan yalnız Allah’tır. »[44]  

 

Bu âyetler Kur’an’dan indirilen son âyetlerdir.

İnen son âyetlerin “Nasr Sûresi” olduğu da söylenilmiştir:

 

﴿إِذَا جَاء نَصْرُ اللَّهِ وَالْفَتْحُ {1} وَرَأَيْتَ النَّاسَ يَدْخُلُونَ فِي دِينِ اللَّهِ أَفْوَاجاً {2} فَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ وَاسْتَغْفِرْهُ إِنَّهُ كَانَ تَوَّاباً

 

« (Ey Muhammed!) Allah’ın yardımı ve fetih (zafer) geldiği ve insanların, Allah’ın dînine dalga dalga girdiklerini gördüğün zaman, Rabbini hamd ile tesbih et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir. »

 

Allah Teâlâ, Nebisine, işini tesbih ve istiğfar ile bitirmesini emretmiştir.

Buhari ve Muslim’de gelen, Aişe Radıyallahu Anha’nın rivayet ettiği hadiste, Nebi sallallahu aleyhi ve sellem rukusunda ve secdesinde şöyle derdi:

 

“Allahım, seni, bütün noksan sıfatlardan tenzih ederim. Rabbimiz, hamd sanadır, Allah’ım, beni bağışla.”  Kur’an’ı bu şekilde tevil ederdi. [45]

 

Başka bir hadiste ise şöyle buyuruyor: 

“Allahım! Hatalarımı, cehaletimi ve işimdeki israfımı bağışla. Sen onları benden daha iyi bilensin. Şaka, ciddi, bilerek veya bilmeyerek yaptığım hatalarımı bağışla. Çünkü bunların hepsi ben de var. Yaptığım ve yapacağım, gizlediğim ve açığa vurduğum günahlarımı bağışla, Senden başka ilah yoktur.”[46]

 

Buhari ve Muslim’de gelen rivayette Ebu Bekir Radıyallahu Anhu şöyle der: “Ey Allah’ın Rasûlü! Bana bir dua öğret ki, onunla namazımda dua edeyim. Allah Rasûlü şöyle buyurdu: Şöyle de: “Allahım, ben nefsime çok zulümler ettim. Günahları senden başka bağışlayıcı yoktur. Katından bir mağfiret ile beni bağışla ve bana merhamet et. Muhakkak ki sen, çok bağışlayıcı ve çok merhametlisin.”[47]

 

Sünen’de Ebu Bekir Radıyallahu Anhu’dan gelen rivayette O, şöyle dedi: “Ey Allah’ın Rasûlü! Bana bir dua öğret ki, sabahladığım ve akşamladığım zaman onunla dua edeyim.” Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 

Şöyle söyle: “Göklerin ve yerin yaratıcısı, gaybi ve âşikar olanı bilen, her şeyin Rabbi ve sahibi olan Allahım! Ben şehadet ederim ki, senden başka ilah yoktur. Nefsimin şerrinden, şeytanın şerrinden, onun şirkinden sana sığınırım. Kendime ve bir müslümana karşı kötülük yapmış olmaktan beni koru.” Bundan sonra şöyle buyurdu: “Sabaha girdiğinde ve akşama girdiğinde ve yatağına uzandığında bunu söyle.”[48]  

 

Hiç kimse, kendisinin, Allah’a tövbeye ve günahlarından bağışlanma dilemeye muhtaç olmadığını zannetmesin. Aksine, herkesin buna, daima  ihtiyacı vardır. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿ وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُوماً جَهُولاً {72} لِيُعَذِّبَ اللَّهُ الْمُنَافِقِينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِكِينَ وَالْمُشْرِكَاتِ وَيَتُوبَ اللَّهُ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ وَكَانَ اللَّهُ غَفُوراً رَّحِيماً

 

« Onu insan yüklendi. O çok zâlim ve çok cahil idi. Onun bu emaneti yüklenmesi, Allah’ın, erkek münafıklar ve kadın münafıklara, erkek müşriklere ve kadın müşriklere azâb etmesi, erkek mü’minlerin ve kadın mü’minlerin de tövbeleri kabul buyurması içindi. Allah, çok bağışlayıcıdır; çok merhametlidir. »[49]

 

İnsan, zâlim ve câhildir. Erkek ve kadın mü’minlerin gayesi tövbedir. Allah Teâlâ Kitabında salih kullarının tövbesinden ve O’nun da onları bağışlamasından haber vermiştir.

Sahih’te Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen bir hadiste, O şöyle buyurmaktadır:

 

“Hiç kimse ameliyle cennete giremez”  Sen de mi ey Allah’ın Rasûlü, dediler. Şöyle buyurdu: “Evet ben bile. Ancak, Allah’ın bana acıyıp koruması ve fazlı olmasaydı.” Bu ise, Allah Teâlâ’nın  « Geçmiş günlerde yaptıklarınıza karşılık âfiyetle yeyin ve için. »  âyetine tezat teşkil etmez. Çünkü Rasûl sallallahu aleyhi ve sellem, karşılık ve denklik ifadesi olan “ba” harfini olumsuz kılmıştır. Kur’an ise sebebiyet ifadesi olan “ba” harfini teyid etmiştir.

 

Allah, bir kulu sevdiğinde ona günahla zarar vermez, diyen kimsenin sözünün manası ise; ona tövbeyi ve istiğfarı ilham eder ve günah işlemeye ısrar etmez, demektir. Her kim, günah işlemede ısrar edene zarar vermediğini zannederse, o, hata etmiştir ve Kitab ve Sünnete, selefin ve imamların icmasına muhalefet etmiştir. Bilakis, her kim, zerre miktarı kadar hayır işlerse onu görür, her kim de zerre miktarı kadar şer işlerse onu görür. Allah Teâlâ’nın övülmüş kulları şu âyetinde zikrettiği kimselerdir:

 

﴿وَسَارِعُواْ إِلَى مَغْفِرَةٍ مِّن رَّبِّكُمْ وَجَنَّةٍ عَرْضُهَا السَّمَاوَاتُ وَالأَرْضُ أُعِدَّتْ لِلْمُتَّقِينَ {133} الَّذِينَ يُنفِقُونَ فِي السَّرَّاء وَالضَّرَّاء وَالْكَاظِمِينَ الْغَيْظَ وَالْعَافِينَ عَنِ النَّاسِ وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ {134} وَالَّذِينَ إِذَا فَعَلُواْ فَاحِشَةً أَوْ ظَلَمُواْ أَنْفُسَهُمْ ذَكَرُواْ اللّهَ فَاسْتَغْفَرُواْ لِذُنُوبِهِمْ وَمَن يَغْفِرُ الذُّنُوبَ إِلاَّ اللّهُ وَلَمْ يُصِرُّواْ عَلَى مَا فَعَلُواْ وَهُمْ يَعْلَمُونَ

 

« Rabbinizden gelecek olan mağfirete ve takvâ sahipleri için hazırlanan, genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun. (İşte o takva sahipleri) bollukta ve darlıkta, Allah yolunda sarfeden, kinlerini içlerinde tutan ve insanların kusurlarını bağışlayan kimselerdir. Allah, iyilik edenleri sever. (Yine o takva sahipleri) çirkin bir kötülük işlediklerinde, yahut kendilerine zulmettiklerinde, Allah’ı zikredip günahlarının bağışlanmasını dilerler. Zaten Allah’tan başka günahları kim bağışlar? Keza onlar, yaptıkları kötü işlerde, bile bile direnmezler. »[50] 

 

Her kim, günah işleyenler için kaderin hüccet olduğunu zannederse, o, Allah Teâlâ’nın şu âyetinde buyurduğu müşriklerin sınıfındandır:

 

﴿سَيَقُولُ الَّذِينَ أَشْرَكُواْ لَوْ شَاء اللّهُ مَا أَشْرَكْنَا وَلاَ آبَاؤُنَا وَلاَ حَرَّمْنَا مِن شَيْءٍ

 

« Allah’a karşı şirk koşanlar diyeceklerdir ki: “Eğer Allah dileseydi, ne biz şirk koşardık, ne de babalarımız; hiçbir şeyi de kendimize haram kılmazdık. »[51]   

Allah Teâlâ onlara red olarak şunları buyurur:

 

﴿ كَذَلِكَ كَذَّبَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِم حَتَّى ذَاقُواْ بَأْسَنَا قُلْ هَلْ عِندَكُم مِّنْ عِلْمٍ فَتُخْرِجُوهُ لَنَا إِن تَتَّبِعُونَ إِلاَّ الظَّنَّ وَإِنْ أَنتُمْ إَلاَّ تَخْرُصُونَ {148} قُلْ فَلِلّهِ الْحُجَّةُ الْبَالِغَةُ فَلَوْ شَاء لَهَدَاكُمْ أَجْمَعِينَ

 

« Onlardan öncekiler de böyle yalan söylemişlerdi de, azâbımızı tatmışlardı. (Ey Muhammed! Onlara) de ki: “Elinizde (bu iddianızı ispat edecek) herhangi bir ilim, (bir delil) var mı, onu bize hemen çıkarın. (Fakat hayır!) Siz, zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve sez ancak yalan söyleyen kimselersiniz.” (Ve yine) de ki: “(Elinizde herhangi bir delil bulunmadığına göre) en mükemmel delil Allah’a âittir. Eğer O dileseydi, sizin hepinizi birden hidayete erdirirdi. »[52]

 

Şayet kader birisi için hüccet olsaydı, Allah Teâlâ peygamberleri yalanlayanlara azâb etmezdi. Tıpkı Nûh, Âd, Semûd, Lût ve Firavun’un kavimleri gibi. Zâlimlere ceza uygulanmasını emret-mezdi. Allah’tan gelen hüdayı (hak yolu) bırakıp, hevasına uyandan başkası kaderi hüccet olarak kullanmaz. Her kim, günah ehline kaderi hüccet olarak görür ve onlardan zemmetmeyi ve cezalandırmayı kaldırırsa, kendisine zulmedildiği zaman hiç kimseyi ne zemmedebilir ne de onu cezalandırabilir. Bununla beraber, bir de onun katında lezzet gerektiren şeylerle, elem gerektiren şeyler eşit olur. Ve onunla hayır yapanla, şer yapanı ayırt edemez. Bu ise, şer’an, alken ve mizacen kabul edilmez. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿أَمْ نَجْعَلُ الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ كَالْمُفْسِدِينَ فِي الْأَرْضِ أَمْ نَجْعَلُ الْمُتَّقِينَ كَالْفُجَّارِ

 

« Yoksa, îman edenleri ve sâlih amel işleyenleri, yeryüzünde fesad çıkaranlar gibi mi tutacağız? Yahutta Allah’tan korkanları, kötülük işleyenler gibi mi tutacağız? »[53]

 

 

﴿أَفَنَجْعَلُ الْمُسْلِمِينَ كَالْمُجْرِمِينَ

 

« Müslümanları o günahkârlarla bir mi tutacağız? »[54]

 

﴿أًمْ حَسِبَ الَّذِينَ اجْتَرَحُوا السَّيِّئَاتِ أّن نَّجْعَلَهُمْ كَالَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ سَوَاء مَّحْيَاهُم وَمَمَاتُهُمْ سَاء مَا يَحْكُمُونَ

 

« Yoksa kötülükleri işleyenler, hayatlarında ve ölümlerinde, kendilerini, îman eden ve sâlih amel işleyen kimselerle bir tutacağımızı mı zannediyorlar? Ne kötü hüküm veriyorlar. »[55]

 

﴿أَفَحَسِبْتُمْ أَنَّمَا خَلَقْنَاكُمْ عَبَثاً وَأَنَّكُمْ إِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ

 

« Bizim sizi boşuna yarattığımızı ve bize geri döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? »[56]

﴿أَيَحْسَبُ الْإِنسَانُ أَن يُتْرَكَ سُدًى

 

« İnsan, başıboş bırakılacağını mı sanıyor? »[57]

 

Yani, emrolunmayan ve nehyolunmayan bir şekilde hesaba katılmayan.

 

Buhari ve Muslim’de gelen bir hadiste Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur:

 

“Âdem ve Mûsâ birbirleriyle tartıştılar (birbirlerine delil getirdiler). Mûsâ dedi ki: Ey Âdem! Sen ki insanlığın babasısın. Allah seni eliyle yarattı ve sana ruhundan üfledi. Sana melekler secde ettiler. Böyle olduğu halde bizi ve kendini cennetten çıkarttın. Âdem Aleyhisselam ona şöyle dedi: Sen ki Allah’ın seni kelamıyla (yani onunla konuşmasıyla) seçtiği Mûsâ’sın. Ve sana eliyle Tevrat’ı yazdığısın. Siz de, ben yaratılmadan önce « Âdem Rabbine karşı gelmiş ve yolunu şaşırmıştı » [58] âyetini, benim üzerime yazılı olarak buldun. Mûsâ şöyle dedi: Kırk sene önce. Âdem Aleyhisselam: Öyleyse neden, ben yaratılmadan kırk sene önce üzerime Allah’ın takdir ettiği bir emir yüzünden beni azarlıyorsun? Âdem, Mûsâ’yı tartışmasında delil ile yendi.”[59]

 

Bu hadiste iki gurup, haktan sapmıştır. Bir gurup, kader sebebiyle Allah’a isyan edenden cezanın ve zemmetmenin kaldırılmasını içerdiğini zannederek bunu yalanlamıştır. Kaderi hüccet edinmişler ve “kader, onu müşahede eden hakikat ehli veya kendilerinin bir işte irade sahibi olmadıklarını görenler için hüccettir” demişlerdir. İnsanlardan bazısı şöyle demiştir: O hüccettir. Çünkü, günah bir şeriatte, kınama ise başka bir şeriattedir, yahutta, çünkü, bu başka bir yerde değil dünyada olacağındandır. Bunların hepsi de batıldır.

 

Fakat, hadisin anlamı; Mûsâ Aleyhisselam babasını (Âdem Aleyhisselamı), ağaçtan yemesinden dolayı başlarına gelen musibetten başka bir şey için kınamamıştır. Ona şöyle demişti: Neden bizi ve kendini cennetten çıkarttın? Günah işleyip, ondan tövbe ettiği için kınamamıştır. Mûsâ Aleyhisselam, günahından tövbe edenin kınanmayacağını şüphesiz bilmekte idi. Bununla beraber O da bundan tövbe etmişti. Şayet Âdem Aleyhisselam kader sebebiyle kendisinden kınamanın kaldırılacağına inansaydı: « Rabbimiz! Kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen, mutlaka hüsrana uğrayanlardan oluruz. »[60]  demezdi.

 

Mü’min, musîbet (bela ve sıkıntı) anında sabretmekle ve teslim olmakla, günah işlediği zamanda tövbe ve istiğfarla (bağışlanma dileme) emrolunmuştur. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿فَاصْبِرْ إِنَّ وَعْدَ اللَّهِ حَقٌّ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنبِكَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ بِالْعَشِيِّ وَالْإِبْكَارِ

 

« (Ey Muhammed!) Şimdi sen de sabret. Allah’ın va’di şüphesiz haktır. Günâhın için istiğfar et. »[61]  

 

O’na, musîbetlere sabretmesini ve kusurlardan istiğfar etmesini emrediyor.

 

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿ مَا أَصَابَ مِن مُّصِيبَةٍ إِلَّا بِإِذْنِ اللَّهِ وَمَن يُؤْمِن بِاللَّهِ يَهْدِ قَلْبَهُ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ

 

« Hiçbir musîbet, Allah’ın izni olmadıkça isabet etmez. Kim Allah’a îman ederse, Allah’ta onun kalbine hidayet verir. »[62]

 

İbnu Mesud Radıyallahu Anhu şöyle diyor: “Kişiye bir musîbet isabet ettiğinde, o, onun Allah katından olduğunu bilir, razı olur ve ona teslim olur.

 

Mü’minler, kendilerine bir musîbet isabet ettiği zaman, hastalık, fakirlik ve boyun eğme gibi, Allah’ın hükmüne razı olur. Şayet bu başkalarının günahı sebebiylense – tıpkı babasının, malını masiyetle kullanıp evlatlarının fakir düşmesi gibi – o da böyledir. Onların üzerine düşen, başlarına gelen şeyden ötürü sabretmeleridir. Şayet babalarını kınarlarsa, onlara kader hatırlatılır ve bu da onların kısmetleri yani kaderleridir.

 

Sabır, âlimlerin ittifakıyla vacibtir. Bundan daha üstünü, Allah’ın hükmüne rıza göstermektir. Rıza hakkında, kimileri vacib, kimileri de müstehab demişlerdir (sahih olan budur). Bundan daha üstünü de, Allah’ın onun üzerine nimetlerinden görmesinden dolayı ve hataların giderilmesine, derecesinin yükseltilmesine, günahından tövbe edip Allah’a dönmesine, O’na boyun eğmesine, O’na samimiyetine, tevekkül etmesine, diğer yaratılmışlar olmaksızın O’na yönelişine sebep olan musîbetlere karşı şükretmesidir.

 

Hak yoldan sapmış ve zulüm ehline gelince; hevalarına uyup günah işledikleri zaman, onları, kaderi delil olarak getirdiklerini görürsün. Kendilerine nimet verildiği zaman, bu iyilikleri kendi nefislerinden sayarlar. Onların bazı âlimlerinin dedikleri gibi: Sen itaat anında Kaderî’sin, masiyet anında Cebrî’sin, Hangi mezhep hevana uyarsa onu mezhep edinirsin (o senin mezhebindir).

Doğru yol ve akıl ehli ise; bir iyilik yaptıklarında onunla Allah Teâlâ’nın üzerlerine olan nimetlerine şahitlik ederler. Muhakkak ki Allah, onların üzerine bu nimeti verdi ve onları Müslümanlardan ve namazı kılanlardan eyledi. Onlara takvayı ilham etti (öğretti). Şüphesiz ki Allah’tan başkasında güç ve kuvvet yoktur. Ve onlardan kaderi şahit getirme, kendini beğenme, başa kalkma ve ezayı gidermiştir. Bir kötülük yaptıklarında, Allah’tan bağışlanma dilerler ve ondan Allah’a tövbe ederler.

 

Sahihi Buhari’de, Şeddad b. Evs’ten gelen hadiste şöyle dedi: Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

 

“İstiğfarın efendisi, kulun şöyle demesidir: “Allahım! Sen benim Rabbimsin, senden başka ilâh yoktur. Sen beni yarattın, ben de senin kulunum. Ben, gücüm yettiğinde senin va’din ve ahdin üzerineyim. Yaptıklarımın şerrinden sana sığınırım. Senin benim üzerime olan nimetlerini ve günahlarımı itiraf ediyorum. Beni bağışla. Şüphesiz ki günahları senden başkası bağışlamaz.” Her kim bunu sabaha girdiği zaman ihlaslı ve sevabına  kalbinden inanarak söylerse, o gününde ölürse cennete girer. Yine  her kim, akşama girdiğinde ihlaslı ve kalbinden sevabına inanarak söylerse, o gecesinde ölürse cennete girer. »[63]    

 

Ebu Zer Radıyallahu Anhu’nun Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den, O’nun da Rabbi Tebâreke ve Teâlâ’dan bildirdiği sahih bir hadiste şöyle buyurur:

 

“Ey kullarım! Muhakkak ki ben nefsime zulmü haram kıldım. Sizin aranızda da haram kıldım. Birbirinize zulmetmeyiniz.

Ey kullarım! Sizler gece gündüz hata işlersiniz, ben de günahların hepsini bağışlarım. [ Bundan dolayı kınamam. ] Benden bağışlanma dileyin, sizleri bağışlayayım.

Ey kullarım! Ancak yedirdiğimden başka hepiniz açsınız. Benden yiyecek isteyin ki, size yiyecek vereyim.

Ey kullarım! Ancak giydirdiğimden başka hepiniz çıplaksınız. Benden elbise isteyin ki size elbise giydireyim.

Ey kullarım! Kendisine hidayet verdiğim (hak yola ilettiğim) kimse dışında hepiniz dalalettesiniz (hak yoldan ayrısınız). Benden hidayet isteyin ki, size hidayet edeyim.

Ey kullarım! Sizler bana ne bir yarar ne de bir zarar ulaştırabilecek değilsiniz.

Ey kullarım! Şayet sizin, öncekileriniz, sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz bir araya gelseler, fark gözetmeksizin, ayırım yapmadan benden isteseler ve onlardan her insanın istediğini versem, bundan dolayı benim katımdakinden, tıpkı iğneyi denize bir defa batırıp çıkardığınızdaki su miktarı kadardan başka bir şey eksilmez.

Ey kullarım! Onlar ancak sizin amellerinizdir. Onları sizin için sayıyorum. Sonra onlara mükâfatını vereceğim. Sizden her kim, bir hayır bulursa Allah’a hamdetsin. Her kim de bundan başkasını bulursa, kendi nefsinden başkasını kınamasın.”

 

İnsanlardan bir çoğu, hakikat diliyle konuşurlar ve Allah’ın meşietine ve yaratmasına bağlı kaderi, kevnî hakikatlerle, muhabbeti ve rızasına bağlı emirler olan dini hakikatleri birbirinden ayırmaz. Yine dini hakikatleri, peygamberlerin diliyle Allah’ın emrettiklerine muvafık olanla, Kitap ve Sünnette muteber olmayan zevklerine ve duygularıyla hareket edeni birbirinden ayırmaz. Tıpkı birçoklarının şeriat lafzı ile konuştukları gibi. Allah Teâlâ’nın peygamberlerine indirdiği Kitap ve Sünnet olan şeriat ki yaratılmışlardan hiç birine bu şeriatin dışına çıkış yoktur, ondan kafirden başkası çıkmaz ve hakimin hükmü olan şeriati (kanunu) birbirinden ayırt etmez. Hâkim ise, bazen isabet eder (doğruyu bulur), bazen ise hata eder. Bu ise, şayet âdil bir âlim ise. Ya değilse! Sünende Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den gelen bir hadiste, O şöyle buyuruyor:

 

“ Kadılar (hüküm verenler), üçtür: İkisi ateştedir. Biri ise cennettedir. Bir adam hakkı öğrenir ve onunla (yani hakla) hükmederse, o, cennettedir. Bir adam da insanlara cehaletle hüküm verirse o da cehennemdedir. Yine bir adam hakkı bilir, fakat onun hilafına hüküm verirse o da cehennemdedir.”[64]  

 

 Adil ve âlim kadıların en üstünü Âdemoğullarının efendisi Hz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’dir. Buhari ve Muslim’de gelen hadiste şöyle buyuruyor: 

 

“ Sizler bana münakaşa ederek geliyorsunuz. Olur ki bazınız bazınızdan hüccetinde daha akıllı olabilir. Ben ancak duyduklarımla hüküm veririm. Her kime birinin lehine kardeşinin hakkında (yanlış) hüküm verecek olursam onu almasın. Ben ancak, onun için ateş parçasından bir parça kesmiş olurum.” [65] 

Yaratılmışların efendisi sallallahu aleyhi ve sellem, işittiği bir şeye hüküm verdiğinde, batında da o bunun hilafınaysa, hüküm verilenin kendisi için verilen hükmü almasının câiz olmadığını haber vermiştir. Çünkü o, onunla, onun için ateşten bir parça kesilir.

Mutlak mülklerde, âlimler arasında ittifak vardır. Hakim, ikrar etme ve deliller gibi, onu şer’î hüccet zannederek hükmeder de ve batını da (gizli olanı) zahirin hilafınaysa (görüneni zıddınaysa) kendisine hükmedilenin, hükmedileni alması ittifakla câiz değildir. Şayet, akitlerde (antlaşmalarda), anlaşmaları bozmada ve buna benzer şeylerde âlimlerin çoğunluğu şöyle derler: Durum yine aynıdır. Bu ise, Malik, Şafii ve Ahmed b. Hanbel’in mezhebidir. Ebu Hanife Rahimehullah ise bu iki çeşidi birbirinden ayırır.

 

Eş-Şer’u ve Şeriat lafzıyla, şayet Kitap ve Sünnet kastediliyorsa, ne Allah dostlarının birinin ne de bir başkasının bunun dışına çıkması mümkün değildir. Her kim, Allah dostlarından birinin, Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e uymadan, batınî ve zahiri Allah’a giden bir yolu olduğunu düşünürse [ ki o, batınen ve zahiren O’na uymamıştır ] o, kâfirdir.

 

Her kim, bunda Mûsâ’nın Hızır ile olan kıssasını getirirse iki yönden hatalıdır:

 

Birincisi: Mûsâ Aleyhisselam Hızır’a gönderilmiş değildi. Hızır’ın Mûsâ Aleyhisselam’a uyması vâcib değildi. Mûsâ Aleyhisselam, İsrâiloğulları’na gönderilmiş bir peygamberdir. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in risaleti ise bütün cin ve insanlar içindir. Şayet, İbrahim, Mûsâ ve Îsâ gibi Hızır’dan daha üstün olanlar, Resul sallallahu aleyhi ve sellem’i idrak etmiş olsalardı, muhakkak O’na uymaları vâcib olurdu. Hızır’da böyle olduğuna göre, acaba Nebi ve Resul’ün durumu nice olur!? Veli veya Nebi olmasından başka, Hızır’ın durumu nasıldır!? Bunun içindir ki, Hızır, Mûsâ Aleyhisselam’a şöyle der: « Ben, bana Allah tarafından öğretilmiş ve senin bilmediğin bir ilim üzereyim. Sen de, Allah tarafından sana öğretilmiş ve benim bilmediğim bir ilim üzeresin. » [66] Kendisine Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in risaleti ulaşan insan ve cinlerden hiç biri bunun gibi bir sözü söyleyemez.

 

İkincisi: Hızır’ın yaptıkları Mûsâ Aleyhisselam’ın şeriatine muhalif değildir. Bilakis, bunu mübah kılan sebepler ilmi kendisinde yoktu. Bunu ona bildirdiğinde, onda muvafakat etmiştir. Hızır’ın, gemiyi delmesi, sonrada onarması zalimin gemiyi alması korkusuyla, gemi ehlinin maslahatı ve onlara iyilikte bulunmak içindi. Bu ise, câizdir. Küçükte olsa, saldırganı öldürmek câizdir. Ana-babasını küfre götürecek olan kimsenin, bunu yapmasına ancak onu öldürmek engelleyecekse onu öldürmek câizdir.

 

Necde el-Harûrî, İbnu Abbas Radıyallahu Anhu’ya genç çocukların öldürülmesini sorduğunda ona şöyle dedi: Şayet, o çocuklar hakkında Hızır’ın bildiklerini biliyorsan onları öldür. Yoksa, onları öldürme. [67] 

 

Yetime karşılıksız iyilikte bulunmak ve açlığa sabretmeye gelince, bu, salih amellerdendir. Bunda ise, Allah’ın şeriatine muhalif hiçbir şey yoktur.

 

Ancak şeriatte, hakimin hükmü murad ediliyorsa, o kişi belki zalim olabilir, adalet sahibi de olabilir. İsabet ettiği gibi, hata da edebilir. Belki de şeriatle, tıpkı Ebu Hanife, Sevri, Malik b. Enes, Evzai, Leys b. Sa’d, Şafii, Ahmed, İshak, Davud ve başkaları gibi fıkıh imamlarının sözleri de murad edilmiş olabilir. Bunların sözlerini Kitab ve Sünnetten delillendirirler. Taklit edenin (mukallid) başkasını taklit etmesi mümkündür. Bu câizdir. Onlardan birine uymak, Resul sallallahu aleyhi ve sellem’e uymak gibi ümmetin tamamına vacib değildir. Tıpkı, ilimsiz konuşana tabi olmak yasaklandığı gibi, onlardan birini taklit etmesi yasaklanmaz.

 

Ancak, birisi şeriate (Allah’ın kanunlarına) ondan olmayan yalancı sözleri katmak veya Allah’ın murada ettiğinin hilafına nasları te’vil etmek (açıklamada bulunmak), ve buna benzer şeyler, bunlar değiştirmenin çeşitlerindendir. İndirilmiş şeriatin, te’vil edilmiş şeriatin ve tebdil edilmiş (değiştirilmiş) şeriatin arasında fark olması gerekir. Tıpkı kevnî hakikat ve emrî dînî hakikatin arası ile, Kitab ve Sünnetten delil getirilmesinin arasının ve sahibinin zevk ve vecdinin birbirinden ayırt edildiği gibi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

FASIL

 

 

 

 

 

Allah Teâlâ, irade, emir, kaza, izin, haram kılma, gönderme, yollama, yaratma ile kevnî olan yaratmasını, kaderini ve kaza’sı arasındaki farkı Kitabında açıklamıştır. Şayet onunla emretmese, onu sevmese, ashabına sevap vermez ve onları evliyasından kılmamasıyla, dînî olan, onunla emrettiği, sevdiği, razı olduğu, failini sevdiği, onlara sevabını verdiği, ikram ettiği ve onları muttaki velilerinden felaha ermiş gurubu ve galip olan askeri arasındaki farkı beyan etmiştir Allah Azze ve Celle. Bunlar ise, Allah’ın dostlarıyla düşmanlarını ayırt ettiği en büyük farklardır. Rab Subhânehû ve Teâlâ her kimi, sevdiği ve razı olduğu işlerde kullanır ve bu hal üzere ölürse, o, Allah’ın dostlarındandır. Her kimin ameli de, Rabbi sinirlendirecek ve kerih gördükleri ise ve bu hal üzere ölürse, o, Allah’ın düşmanlarındandır.

 

Kevnî irâde, yarattığındaki meşietidir. Bütün mahluklar (yaratılmışlar) Allah Teâlâ’nın meşietinin içindedir. Dînî irâde ise, muhabbeti, rızasını ve emrettiğini içine alan ve onu din ve şeriat kıldığı iradedir.

 

Bu ise, îman ve sâlih amelle alakalıdır. Allah Teâlâ birincide şöyle buyuruyor:

 

﴿فَمَن يُرِدِ اللّهُ أَن يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلإِسْلاَمِ وَمَن يُرِدْ أَن يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقاً حَرَجاً كَأَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَاء

 

« Allah, kimi hidâyete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam’a açar; kimi de saptırmak isterse, sanki göğe çıkmış gibi göğsünü iyice daraltır sıkar. »[68]

 

Nûh Aleyhisselam kavmine şöyle diyor:

 

﴿وَلاَ يَنفَعُكُمْ نُصْحِي إِنْ أَرَدتُّ أَنْ أَنصَحَ لَكُمْ إِن كَانَ اللّهُ يُرِيدُ أَن يُغْوِيَكُمْ

 

« Size nasihat etmeyi istediğimde, eğer Allah sizi azdırmayı murad etmişse, benim nasihatim size hiçbir fayda vermez. »[69]

 

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: 

 

﴿ وَإِذَا أَرَادَ اللّهُ بِقَوْمٍ سُوءاً فَلاَ مَرَدَّ لَهُ وَمَا لَهُم مِّن دُونِهِ مِن وَالٍ

 

« Allah, bir kavme kötülük murad ettiği zaman, artık onu geri çevirecek bir şey yoktur. Onların Allah’tan başka velîleri de yoktur. »[70]

 

İkinci de ise Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿وَمَن كَانَ مَرِيضاً أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِّنْ أَيَّامٍ أُخَرَ يُرِيدُ اللّهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلاَ يُرِيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ

 

« Her kim hasta, yahut seyahatte olursa (tutamadığı günleri) başka günlerde tutsun. Allah sizler için kolaylığı ister; güçlüğü istemez. »[71]

 

Allah Teâlâ taharet âyetinde şöyle buyurur:

 

﴿مَا يُرِيدُ اللّهُ لِيَجْعَلَ عَلَيْكُم مِّنْ حَرَجٍ وَلَـكِن يُرِيدُ لِيُطَهَّرَكُمْ وَلِيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ

 

« Allah, size bir güçlük çıkarmak istemiyor, fakat sizi temizlemek ve şükredesiniz diye de üzerinizdeki nimetini tamamlamak istiyor. »[72]

 

Nikahtan haram ve helal kıldıklarını zikrettiğinde şöyle buyuruyor: 

 

﴿يُرِيدُ اللّهُ لِيُبَيِّنَ لَكُمْ وَيَهْدِيَكُمْ سُنَنَ الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ وَيَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَاللّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ {26} وَاللّهُ يُرِيدُ أَن يَتُوبَ عَلَيْكُمْ وَيُرِيدُ الَّذِينَ يَتَّبِعُونَ الشَّهَوَاتِ أَن تَمِيلُواْ مَيْلاً عَظِيماً {27} يُرِيدُ اللّهُ أَن يُخَفِّفَ عَنكُمْ وَخُلِقَ الإِنسَانُ ضَعِيفاً

 

« Allah, size (hükümlerini) açıklamak ve sizden öncekileri hak yoluna sizi irşad edip tövbelerinizi kabul etmek istiyor. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir, hikmet sâhibidir.

Allah, sizin tövbelerinizi kabul etmek istiyor; şehvetlerinin peşinde koşanlar ise, sizin doğru yoldan iyice sapmanızı istiyorlar.

Keza Allah, sizin sırtınızdaki (ağır yükleri) hafifletmek istiyor; zira insan, zayıf (ve güçsüz) yaratılmıştır. »[73]

 

Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’in hanımlarına neleri emrettiğini ve neleri yasakladığını zikrettiğinde şöyle buyurur:

 

﴿ إِنَّمَا يُرِيدُ اللَّهُ لِيُذْهِبَ عَنكُمُ الرِّجْسَ أَهْلَ الْبَيْتِ وَيُطَهِّرَكُمْ تَطْهِيراً

 

« Ey Peygamberin ev halkı! Allah, sizden günâh kirini gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor. »[74]

 

Bunun manası, Allah sizlere sizleri tertemiz kılmak için (Ehli Beyti) günâh kirini giderici şeyleri emrediyor. Her kim O’nun emrine itaat ederse o temiz olur ve isyan edenin aksine ondan günâh kiri giderilmiş olur.

 

Emir meselesine gelince, el-Emrul-Kevnî hakkında şöyle buyuruyor:

﴿إِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ إِذَا أَرَدْنَاهُ أَن نَّقُولَ لَهُ كُن فَيَكُونُ

 

« Zira bizim, bir şeyin olmasını istediğimiz zaman sözümüz, ona “ol” demektir; o da hemen oluverir. »[75]

 

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: 

﴿     وَمَا أَمْرُنَا إِلَّا وَاحِدَةٌ كَلَمْحٍ بِالْبَصَر

ِ

« Bizim emrimiz, gözün açılıp kapanması gibi, ancak tek bir emirdir.»[76]

 

﴿ أَتَاهَا أَمْرُنَا لَيْلاً أَوْ نَهَاراً فَجَعَلْنَاهَا حَصِيداً كَأَن لَّمْ تَغْنَ بِالأَمْسِ

 

« Gece yahut gündüz, ona emir gelir ve sanki dün hiçbir  şey yokmuş gibi onu hasad edilmişe çeviririz. »[77]

 

Dînî emre gelince, Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَالإِحْسَانِ وَإِيتَاء ذِي الْقُرْبَى وَيَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَالْبَغْيِ يَعِظُكُمْ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ

 

« Allah, adaletli olmayı, iyilik etmeyi ve yakınlara vermeyi emreder; (her çeşit) haramdan, kötülükten ve zorbalıktan da meneder; öğüt alasınız diye va’z ve nasihat eder. »[78]

 

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَن تُؤدُّواْ الأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا وَإِذَا حَكَمْتُم بَيْنَ النَّاسِ أَن تَحْكُمُواْ بِالْعَدْلِ إِنَّ اللّهَ نِعِمَّا يَعِظُكُم بِهِ إِنَّ اللّهَ كَانَ سَمِيعاً بَصِيراً

 

« Allah size, emanetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman da adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphe yoktur ki Allah, her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla görendir. »[79]

 

İzne gelince, sihri zikrettiğinde, kevnî’de şöyle der:

﴿وَمَا هُم بِضَآرِّينَ بِهِ مِنْ أَحَدٍ إِلاَّ بِإِذْنِ اللّهِ

 

« Allah’ın izni olmadıkça, bu öğrendikleriyle hiç kimseye zararlı olamazlar. »[80]

 

Yani, kudreti ve dilemesiyle, bununla birlikte Allah Azze ve Celle sihri sevmez.

 

Allah Teâlâ dînî izin hakkında şöyle buyurur:

 

﴿أَمْ لَهُمْ شُرَكَاء شَرَعُوا لَهُم مِّنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَن بِهِ اللَّهُ

 

« Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği şeyi kendileri için dinden bir şeriat koyan ortakları mı var? »[81]

 

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿ إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِداً وَمُبَشِّراً وَنَذِيراً {45} وَدَاعِياً إِلَى اللَّهِ بِإِذْنِهِ وَسِرَاجاً مُّنِيراً

 

« Biz seni, şâhid olarak, müjdeci olarak, uyarıcı, kendi izniyle Allah’a davet edici olarak gönderdik. »[82]

 

﴿وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللّهِ

 

« Biz, gönderdiğimiz her bir peygamberi, ancak Allah’ın izniyle itaat olunması için gönderdik. »[83]

 

﴿مَا قَطَعْتُم مِّن لِّينَةٍ أَوْ تَرَكْتُمُوهَا قَائِمَةً عَلَى أُصُولِهَا فَبِإِذْنِ اللَّهِ

« Hurma ağaçlarından her neyi kesmiş, yahut kesmeyip kökleri üzerinde dikili bırakmışsanız, o da Allah’ın izniyledir. »[84]

 

Kaza’ya gelince, kevnî’de şöyle der:

 

﴿فَقَضَاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ فِي يَوْمَيْنِ

 

« Böylece onları, iki gün içinde yedi gök olarak var etmiştir. »[85]

 

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

 ﴿ وَإِذَا قَضَى أَمْراً فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُن فَيَكُونُ

 

« Bir işin olmasına hükmettiği zaman, ona sadece “ol” der, o da hemen olur. »[86]

 

Dînî (emir de) de şöyle buyurur:

 

﴿وَقَضَى رَبُّكَ أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ إِيَّاهُ

 

« Rabbin kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretti. »[87]

 

Bununla murad edilen, onu takdir etti, demek değildir. Muhakkak ki o, başkasına ibadet etmiştir. Tıpkı başka bir yerde haber verdiği gibi. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿وَيَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللّهِ مَا لاَ يَضُرُّهُمْ وَلاَ يَنفَعُهُمْ وَيَقُولُونَ هَـؤُلاء شُفَعَاؤُنَا عِندَ اللّهِ قُلْ أَتُنَبِّئُونَ اللّهَ بِمَا لاَ يَعْلَمُ فِي السَّمَاوَاتِ وَلاَ فِي الأَرْضِ سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يُشْرِكُونَ

« (O müşrikler), Allah’ı bırakarak, kendilerine zararı da faydası da dokunmayan şeylere ibadet ederler ve “bunlar, Allah katında bizim şefaatçılarımızdır” derler. »[88]

 

Yine Halil Aleyhisselam’ın kavmine olan sözünde şöyle denir:

 

﴿قَالَ أَفَرَأَيْتُم مَّا كُنتُمْ تَعْبُدُونَ {75} أَنتُمْ وَآبَاؤُكُمُ الْأَقْدَمُونَ {76} فَإِنَّهُمْ عَدُوٌّ لِّي إِلَّا رَبَّ الْعَالَمِينَ

 

« İbrahim de demişti ki: “Şimdi, gerek sizin ve gerekse daha evvelki atalarınızın nelere ibadet ettiğinizi görmüyor musunuz?” “Onların hepsi benim düşmanlarımdır; yalnız âlemlerin Rabbi hâriç. »[89]

 

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿قَدْ كَانَتْ لَكُمْ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ فِي إِبْرَاهِيمَ وَالَّذِينَ مَعَهُ إِذْ قَالُوا لِقَوْمِهِمْ إِنَّا بُرَاء مِنكُمْ وَمِمَّا تَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللَّهِ كَفَرْنَا بِكُمْ وَبَدَا بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةُ وَالْبَغْضَاء أَبَداً حَتَّى تُؤْمِنُوا بِاللَّهِ وَحْدَهُ

« İbrahim’in, babasına söylediği “senin için Allah’tan mutlaka mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah’tan sana gelecek bir şeyi savmaya gücüm yetmez” sözü dışında, İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda, sizin için uyulacak güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine demişlerdi ki: “Biz sizden ve sizin Allah’tan başka ibadet ettiğiniz şeylerden uzağız. Biz sizin putlarınızı inkâr ediyoruz. Siz, tek bir Allah’a îman etmedikçe, bizimle sizin aranızda ebedî olarak kin ve düşmanlık belirmiştir. »[90]

 

﴿قُلْ يَا أَيُّهَا الْكَافِرُونَ {1} لَا أَعْبُدُ مَا تَعْبُدُونَ {2} وَلَا أَنتُمْ عَابِدُونَ مَا أَعْبُدُ {3} وَلَا أَنَا عَابِدٌ مَّا عَبَدتُّمْ {4} وَلَا أَنتُمْ عَابِدُونَ مَا أَعْبُدُ (5} لَكُمْ دِينُكُمْ وَلِيَ دِينِ

 

« (Ey Muhammed! O kâfirlere) de ki: “Ey kâfirler! Ben sizin ibadet ettiklerinize ibadet etmem. Siz de benim ibadet ettiğime ibadet edecek değilsiniz. Ben aslâ sizin ibadet ettiklerinize ibadet edecek değilim. Siz de benim ibadet ettiğime ibadet edecek değilsiniz. Sizin dininiz size âittir; benim dînim de bana”… »[91]

 

Bu âyetler, buna rıza göstermesini değil, onların dininden uzak olduğunu ifade eder. Başka bir âyette Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:

 

﴿وَإِن كَذَّبُوكَ فَقُل لِّي عَمَلِي وَلَكُمْ عَمَلُكُمْ أَنتُمْ بَرِيئُونَ مِمَّا أَعْمَلُ وَأَنَاْ بَرِيءٌ مِّمَّا تَعْمَلُونَ

 

« Eğer onlar seni yalanlarlarsa, (onlara) de ki: “Benim amelim bana, sizin ameliniz de size aittir. Siz benim yaptığımdan uzaksınız; ben de sizin yaptığınızdan uzağım. »[92]

 

Dinsizlerden her kim, bunun, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in kâfirlerin dininden razı olması olduğunu iddia ederse, o, insanların en yalancısı ve en inkârcısıdır. Tıpkı « Rabbin emretti »[93]  âyetinin manasının “kader” olduğunu, Allah Subhânehû ve Teâlâ’nın bir şeyi, ancak vuku bulduktan (meydana geldikten) sonra emrettiğini (takdir ettiğini) ve putlara tapanların, aslında Allah’tan başkasına tapmadıklarını (ibadet etmediklerini) iddia ederse, muhakkak ki bu, hepsini inkâr eden insanların en büyüğüdür.

 

“Ba’s” (gönderme) lafzına gelince Allah Teâlâ “el-Ba’sul-Kevnî” hakkında şöyle buyurur:

 

﴿فَإِذَا جَاء وَعْدُ أُولاهُمَا بَعَثْنَا عَلَيْكُمْ عِبَاداً لَّنَا أُوْلِي بَأْسٍ شَدِيدٍ فَجَاسُواْ خِلاَلَ الدِّيَارِ وَكَانَ وَعْداً مَّفْعُولاً

 

« Nitekim ilkinin vakti gelince, üzerinize savaşta çok şiddetli olan kullarımızı göndermiştik. Onlar da ülke dâhilinde kontrolü ele almışlardı. Bu, yapılması gereken bir va’d idi. »[94]   

 

“El-Ba’sud-Dînî” (dînî gönderme) hakkında da Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿هُوَ الَّذِي بَعَثَ فِي الْأُمِّيِّينَ رَسُولاً مِّنْهُمْ يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ

 

« Ümmî Araplar içinde, kendilerinden olan ve onlara Allah’ın âyetlerini okuyan, onları temizleyen ve onlara Kitap ve hikmeti öğreten bir Resul gönderen O’dur. »[95]

 

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولاً أَنِ اعْبُدُواْ اللّهَ وَاجْتَنِبُواْ الطَّاغُوتَ

 

« Biz her ümmete, yalnız Allah’a ibadet etmeleri  ve şeytandan da sakınmaları için bir peygamber gönderdik. »[96]

 

“İrsal” lafzına gelince, Allah Teâlâ “İrsâlul-Kevnî” hakkında şöyle buyuruyor:

﴿أَلَمْ تَرَ أَنَّا أَرْسَلْنَا الشَّيَاطِينَ عَلَى الْكَافِرِينَ تَؤُزُّهُمْ أَزّاً 

 

« Nitekim kâfirler üzerine gönderdiğimiz şeytanların onları günâh işlemeye teşvik ettiklerini görmedin mi? »[97]

 

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿وَهُوَ الَّذِي أَرْسَلَ الرِّيَاحَ بُشْراً بَيْنَ يَدَيْ رَحْمَتِهِ

« Rahmetinin önünden rüzgârları müjdeci olarak gönderen O’dur. »[98]

 

“Dînî İrsal” hakkında da şöyle buyuruyor: 

 

﴿يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ إِنَّا أَرْسَلْنَاكَ شَاهِداً وَمُبَشِّراً وَنَذِيراً

 

« Ey Peygamber! Biz seni, şâhid olarak, müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. »[99]

 

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

﴿إِنَّا أَرْسَلْنَا نُوحاً إِلَى قَوْمِهِ

« Biz Nûh’u kavmine göndermiştik. »[100]

 

﴿إِنَّا أَرْسَلْنَا إِلَيْكُمْ رَسُولاً شَاهِداً عَلَيْكُمْ كَمَا أَرْسَلْنَا إِلَى فِرْعَوْنَ رَسُولاً

 

« Ey insanlar! Firavun’a gönderdiğimiz peygamber gibi, size de, yaptıklarınıza şâhidlik etmek üzere bir peygamber göndermiştik. »[101] 

 

﴿اللَّهُ يَصْطَفِي مِنَ الْمَلَائِكَةِ رُسُلاً وَمِنَ النَّاسِ

 

« Allah, meleklerden de insanlardan da elçiler seçmiştir. »[102]

 

“Ca’l” lafzına gelince, “Kevnî” hakkında şöyle buyurur:

 

﴿وَجَعَلْنَاهُمْ أَئِمَّةً يَدْعُونَ إِلَى النَّارِ

 

« Onları, ateşe davet eden önderler yapmışızdır. »[103]

 

“Dînî Ca’l” hakkında da şöyle buyuruyor: 

﴿لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجاً

 

« Sizin her biriniz için bir şeriat ve bir yol vazettik. »[104]

 

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿مَا جَعَلَ اللّهُ مِن بَحِيرَةٍ وَلاَ سَآئِبَةٍ وَلاَ وَصِيلَةٍ وَلاَ حَامٍ

 

« Allah, ne “bahîre” yi, ne “sâibe” yi ne “vasîle” yi ve ne de “hâm” [105]ı meşru kılmıştır. »[106]

 

“Tahrim” (haram kılma) lafzına gelince, “Kevnî” hakkında şöyle buyurur:

﴿وَحَرَّمْنَا عَلَيْهِ الْمَرَاضِعَ مِن قَبْلُ

 

« Önceden sütanalarını ona haram kılmıştık. »[107]

 

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿ فَإِنَّهَا مُحَرَّمَةٌ عَلَيْهِمْ أَرْبَعِينَ سَنَةً يَتِيهُونَ فِي الأَرْضِ

 

« O mukaddes arz, onlara kırk yıl süreyle haram kılınmıştır. Bulundukları yerde başıboş dolaşıp duracaklardı. »[108]

 

“Dînî Tahrim” hakkında da şöyle buyurur:

 

﴿حُرِّمَتْ عَلَيْكُمُ الْمَيْتَةُ وَالْدَّمُ وَلَحْمُ الْخِنْزِيرِ وَمَا أُهِلَّ لِغَيْرِ اللّهِ بِهِ

 

« Size, ölü, kan, domuz eti, Allah’tan başkası üzerine kesilen (hayvan eti) haram kılınmıştır. »[109]

 

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿حُرِّمَتْ عَلَيْكُمْ أُمَّهَاتُكُمْ وَبَنَاتُكُمْ وَأَخَوَاتُكُمْ وَعَمَّاتُكُمْ وَخَالاَتُكُمْ وَبَنَاتُ الأَخِ وَبَنَاتُ الأُخْتِ

 

« Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları ve kız kardeş kızları size haram kılınmıştır. »[110]

 

“Kelimât” (kelimeler) lafzına gelince; “Kelimât Kevnî” hakkında şöyle buyuruyor: 

﴿وَصَدَّقَتْ بِكَلِمَاتِ رَبِّهَا وَكُتُبِهِ

 

« O, Rabbinin sözlerini ve kitabını tasdik etmiştir. »[111]   

 

“Sahih” de gelen bir hadiste Allah Rasûlü şöyle derdi:

 

“Allah’ın yarattıklarının şerrinden, gazabından, azabından, kullarının şerrinden, şeytanların vesveselerinden ve hazır bulunmalarından, Allah’ın tam olan (noksansız) kelimelerine sığınırım.” [112]

 

Allah Rasûlü şöyle buyurur:

“Her kim bir yere inerde “yarattıklarının şerrinden Allah’ın tam olan kelimelerine sığınırım” derse, o yerden ayrılıncaya kadar, ona hiçbir şey zarar vermez.” [113]

 

Yine Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle derdi:

“ Ey Rahman (olan Allah’ım!) Yarattıklarının şerrinden, semadan inenin ve oraya yükselenin, toprağa ekilen tohumun ve oradan çıkanın şerrinden, gündüz ve gece fitnelerinden, ancak hayır için gelenin dışında geceleyin gelen ziyaretçinin şerrinden, hiçbir dindarın ve fâcirin (günâhkârın) bırakamayacağı, Allah’ın tam olan (eksiksiz) kelimelerine sığırım.” [114]

 

Ne dindar olanın ve ne de fâcir olanın dışına çıkamayacağı Allah’ın tam olan kelimeleri öyle kelimelerdir ki, onunla Allah Teâlâ kâinâtı yaratmıştır. Ne dindar ne de fâcir onun yaratmasından, meşietinden (dilemesinden) ve kudretinden ayrılamaz. Dînî kelimelere gelince, onlar ise, indirdiği Kitapları, onlardaki emir ve yasaklarıdır. Ebrâr (sâdık) olanlar, o kitaplara itaat ettiler, füccâr (günahkârlar) ise, isyan ettiler ( o kitaplara uymadılar).

 

Allah’tan hakkıyla korkan Allah dostları ise (Evliyaullah), Allah’ın dînî kelimelerine, dînî ca’line, dînî iznine ve dînî iradesine itaat edenlerdir.

 

Hiçbir dindarın ve de fâcirin dışına çıkamayacağı kevnî kelimelerine gelince; bunun altına İblis, onun askerleri, inkâr edenlerin hepsi ve diğer cehenneme girenler de dahil olmak üzere bütün mahlukat girer.

 

Mahlûkât, yaratmanın şümûlünde (kapsama-içine alma), meşiet, kudret ve kaderlerinde bir araya gelseler bile; emir de, nehiy de, muhabbet, rıza ve gadapta birbirinden ayrılırlar.

Allah’tan hakkıyla korkan Evliyâullah (Allah dostları) öyle kimselerdir ki; emredilenleri yapan, yasaklananları terk eden, kendilerine takdir edilene sabreden, onların Allah’ı sevdiği, Allah’ın da onları sevdiği, Allah’ın onlardan razı olduğu, onların da Allah’tan razı olduğu kullarıdır.

 

Allah’ın düşmanları ise, şeytanın dostlarıdır. Onlar, Allah’ın kudreti altında olsalar bile, Allah onlara buğzeder, onlardan nefret eder, onlara lânet eder ve onlara düşmanlık besler.

 

Bu cümlelerin geniş izahı başka bir yerde zikredilmiştir. Ben sadece burada Allah dostları ile şeytan dostları arasındaki farkın bütünü üzerinde uyarma olarak kaleme aldım. Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’e muvafakat itibari ile ikisi arasındaki farklar toplanıldı. Çünkü Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Allah Teâlâ’nın kendisiyle mutluluk içindeki Allah dostları ile, şekavet içerisindeki düşmanlarını, cennet ehli olan dostları ile, cehennem ehli olan düşmanlarını, hüdâ ve reşad ehli (hak yol üzere olan akıl ve feraset ehli) olan dostları ile, dalalet (sapıklık), fesad ve günahkar ehli olan düşmanlarını, düşmanı olan şeytanın taraftarları ile, kendi katından bir ruh ile güçlendirdiği ve kalplerine îmanı yazdığı dostlarını birbirinden ayırt etti. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿لَا تَجِدُ قَوْماً يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ يُوَادُّونَ مَنْ حَادَّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ

 

« Allah’a ve âhiret gününe îman eden bir kavmi Allah’a ve Rasûlüne karşı gelen kimselere sevgi beslediklerini göremezsin. »[115]

 

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿إِذْ يُوحِي رَبُّكَ إِلَى الْمَلآئِكَةِ أَنِّي مَعَكُمْ فَثَبِّتُواْ الَّذِينَ آمَنُواْ سَأُلْقِي فِي قُلُوبِ الَّذِينَ كَفَرُواْ الرَّعْبَ فَاضْرِبُواْ فَوْقَ الأَعْنَاقِ وَاضْرِبُواْ مِنْهُمْ كُلَّ بَنَانٍ

 

« Rabbin meleklere de şöyle vahyetmişti: “Şüphesiz ben sizinle beraberim; mü’minlerin kalplerini pekiştirin; küfredenlerin kalplerine korku salacağım. Bu itibarla vurun boyunların üstüne; vurun onların tüm parmaklarına. »[116] 

 

Allah Teâlâ, düşmanları hakkında şöyle buyuruyor: 

 

﴿ وَإِنَّ الشَّيَاطِينَ لَيُوحُونَ إِلَى أَوْلِيَآئِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْ

 

« Muhakkak ki şeytanlar, dostlarına, sizinle mücadele etmelerini telkin edecektir. »[117]

 

Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿وَكَذَلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نِبِيٍّ عَدُوّاً شَيَاطِينَ الإِنسِ وَالْجِنِّ يُوحِي بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُوراً

 

« Keza biz, her peygambere, aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler telkin eden insan ve cin şeytanlarını düşman etmişizdir. »[118]

 

﴿هَلْ أُنَبِّئُكُمْ عَلَى مَن تَنَزَّلُ الشَّيَاطِينُ {221} تَنَزَّلُ عَلَى كُلِّ أَفَّاكٍ أَثِيمٍ {222} يُلْقُونَ السَّمْعَ وَأَكْثَرُهُمْ كَاذِبُونَ {223} وَالشُّعَرَاء يَتَّبِعُهُمُ الْغَاوُونَ {224} أَلَمْ تَرَ أَنَّهُمْ فِي كُلِّ وَادٍ يَهِيمُونَ {225} وَأَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَ {226} إِلَّا الَّذِينَ آمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَذَكَرُوا اللَّهَ كَثِيراً وَانتَصَرُوا مِن بَعْدِ مَا ظُلِمُوا وَسَيَعْلَمُ الَّذِينَ ظَلَمُوا أَيَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ

 

« Size, şeytanların kimlere indiğini haber vereyim mi? Onlar, çok günâh işleyen yalancılara inerler. Bunlar, şeytanlara kulak verirler, çoğu yalancıdırlar. Şâirler de, onlara da azgınlar uyar. Bilmez misin ki onlar, her vâdide şaşkın dolaşırlar ve yapmadıklarını (yaptık diye) söylerler.

Ancak îman edenler, iyi iş yapanlar, Allah’ı çok zikredenler ve zulme uğradıktan sonra üstün gelenler, bunların dışındadır. O zulmedenler, nereye döneceklerini çok yakından öğreneceklerdir. »[119]

 

﴿فَلَا أُقْسِمُ بِمَا تُبْصِرُونَ {38} وَمَا لَا تُبْصِرُونَ {39} إِنَّهُ لَقَوْلُ رَسُولٍ كَرِيمٍ {40} وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَاعِرٍ قَلِيلاً مَا تُؤْمِنُونَ {41} وَلَا بِقَوْلِ كَاهِنٍ قَلِيلاً مَا تَذَكَّرُونَ {42} تَنزِيلٌ مِّن رَّبِّ الْعَالَمِينَ {43} وَلَوْ تَقَوَّلَ عَلَيْنَا بَعْضَ الْأَقَاوِيلِ {44} لَأَخَذْنَا مِنْهُ بِالْيَمِينِ {45} ثُمَّ لَقَطَعْنَا مِنْهُ الْوَتِينَ {46} فَمَا مِنكُم مِّنْ أَحَدٍ عَنْهُ حَاجِزِينَ {47}

وَإِنَّهُ لَتَذْكِرَةٌ لِّلْمُتَّقِينَ {48} وَإِنَّا لَنَعْلَمُ أَنَّ مِنكُم مُّكَذِّبِينَ {49} وَإِنَّهُ لَحَسْرَةٌ عَلَى الْكَافِرِينَ {50} وَإِنَّهُ لَحَقُّ الْيَقِينِ {51} فَسَبِّحْ بِاسْمِ رَبِّكَ الْعَظِيمِ

 

« Görebildiklerinize ve göremediklerinize yemin ederim ki, Kur’ân, muhakkak şerefli bir Peygamberin sözüdür. Yoksa o, bir şâirin sözü değildir. Ne kadar da az îman ediyorsunuz.

O bir kâhinin sözü de değildir. Ne kadar da az düşünüyorsunuz. O , âlemlerin Rabbinden  bir indirilmedir.Eğer Muhammed, bize karşı bası sözler iftira etmiş olsaydı, elbette ondan gücünü kuvvetini alır, sonra da onun şah damarını elbette keserdik. İçinizden hiç biri de buna engel olamazdı.

Gerçek şu ki Kur’ân, Allah’tan sakınanlar için bir öğüttür. İçinizde yalanlayanların da bulunduğunu biz elbette biliyoruz. Şüphesiz Kur’ân, kâfirler için bir hasrettir. O, kesin bir gerçektir.  Bu itibarla sen yüce Rabbini tesbih et. »[120]

 

﴿فَذَكِّرْ فَمَا أَنتَ بِنِعْمَتِ رَبِّكَ بِكَاهِنٍ وَلَا مَجْنُونٍ {29} أَمْ يَقُولُونَ شَاعِرٌ نَّتَرَبَّصُ بِهِ رَيْبَ الْمَنُونِ {30} قُلْ تَرَبَّصُوا فَإِنِّي مَعَكُم مِّنَ الْمُتَرَبِّصِينَ {31} أَمْ تَأْمُرُهُمْ أَحْلَامُهُم بِهَذَا أَمْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ {32} أَمْ يَقُولُونَ تَقَوَّلَهُ بَل لَّا يُؤْمِنُونَ {33} فَلْيَأْتُوا بِحَدِيثٍ مِّثْلِهِ إِن كَانُوا صَادِقِينَ

 

« (Ey Muhammed!) Sen öğüt vermene devam et. Rabbinin nimeti dolayısıyla sen ne kâhinsin, ne de bir mecnûn. Yoksa “o bir şâirdir, biz, zamanın helak edici hâdiselerini onda bekliyoruz” mu diyorlar. Onlar de ki: “Bekleyin bakalım. Ben de sizinle beraber bekleyenlerdeyim.”

Yoksa bunu kendilerine akılları mı emrediyor; yahut onlar, azgın bir kavim midir? Yoksa “Kur’ân’ı o uydurdu” mu diyorlar? Hayır, onlar îman etmiyorlar.

Eğer öyle ise ve onlar da sözlerine güvenilir kimseler iseler, onun gibi bir söz getirsinler. »[121]

 

Allah Subhânehû ve Teâlâ, Nebimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e kâhin, şâir ve mecnunlardan olan şeytanların yaklaşmasını tenzih etmiştir. Kur’ân’ı getiren, Allah’ın seçtiği Kerim olan bir meleğin olduğunu beyan etmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: 

﴿اللَّهُ يَصْطَفِي مِنَ الْمَلَائِكَةِ رُسُلاً وَمِنَ النَّاسِ

 

« Allah, meleklerden ve insanlardan da elçiler seçmiştir. »[122]

 

﴿وَإِنَّهُ لَتَنزِيلُ رَبِّ الْعَالَمِينَ {192} نَزَلَ بِهِ الرُّوحُ الْأَمِينُ {193} عَلَى قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ الْمُنذِرِينَ {194} بِلِسَانٍ عَرَبِيٍّ مُّبِينٍ

 

« Şurası bir gerçektir ki, Kur’ân, âlemlerin Rabbinin indirdiği (bir Kitap) dir. Uyarıcılardan olman için (ey Muhammed!) onu senin kalbine apaçık bir arapçayla Cebrail indirmiştir. »[123]

 

﴿قُلْ مَن كَانَ عَدُوّاً لِّجِبْرِيلَ فَإِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلَى قَلْبِكَ بِإِذْنِ اللّهِ مُصَدِّقاً لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ

 

« (Ey Muhammed! Onlara) de ki: “Kim Cebrail’e düşman olursa, (bilsin ki), işte o Cebrail, daha önceki kitapları doğrulayan, mü’minler için hidayet ve müjde olan Kur’ân’ı Allah’ın izniyle senin kalbine indirmiştir. »[124]

 

﴿فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ {98} إِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ {99} إِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذِينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذِينَ هُم بِهِ مُشْرِكُونَ{100} وَإِذَا بَدَّلْنَا آيَةً مَّكَانَ آيَةٍ وَاللّهُ أَعْلَمُ بِمَا يُنَزِّلُ قَالُواْ إِنَّمَا أَنتَ مُفْتَرٍ بَلْ أَكْثَرُهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ{101} قُلْ نَزَّلَهُ رُوحُ الْقُدُسِ مِن رَّبِّكَ بِالْحَقِّ لِيُثَبِّتَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَهُدًى وَبُشْرَى لِلْمُسْلِمِينَ

 

« Kur’ân’ı okuduğun zaman, taşlanmış olan şeytandan Allah’a sığın.Şu bir gerçektir ki, şeytanın, îman edenler ve Rabbine güvenip dayananlar üzerinde hiçbir nüfûzu yoktur.

Onun nüfûzu, sadece kendisini dost tutanlar ve onun yüzünden müşrik olanlar üzerindedir.

Biz, bir âyetle bir âyetin yerini değiştirdiğimiz zaman –ki Allah ne indirdiğini bilir- “Sen bir iftiracısın” derler. Hayır, öyle değil; fakat çoğu bilmiyor.

 (Ey Muhammed!) De ki: “Kur’ân’ı Rûhul-Kudüs (Cebrail), îman edenlerin îmanlarını sağlamlaştırmak ve Müslümanlara hidayet ve rahmet olmak üzere Rabbinden hak ile indirmiştir. »[125].

 

Allah Teâlâ Cebrail’i, Rûhul-Emîn ve Rûhul-Kudüs olarak isimlendirmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:

 

﴿فَلَا أُقْسِمُ بِالْخُنَّسِ {15} الْجَوَارِ الْكُنَّسِ

 

« Gündüzleri kaybolup geceleri ortaya çıkan bütün yıldızlara. »[126]

 

Yani, gökyüzündeki yıldızların doğmadan önce gizlenmesidir. Ortaya çıktığında ise, insanlar onu gökyüzünde apaçık görürler, battığında ise, onu örten- gizleyen yerine gider.

 

« Kararmaya başlayan geceye » yani, çıkıp gittiğinde ve sabaha yaklaştığında, « Aydınlanmaya başlayan sabaha » yani, yaklaştığında, « O, şerefli bir elçinin sözüdür. »  O, Cibril Aleyhisselam’dır. « Arşın sâhibi katında çok itibarlı, güçlü ve güvenilir olan »  yani, gökyüzünde itibarlı ve güvenilir olan. Sonra Allah Teâlâ şöyle buyurur: « Arkadaşınız aslâ bir mecnûn değildir. »[127] 

 

Yani, Allah’ın sizi onunla nimetlendirdiği, sizin cinsinizden, size arkadaşlık eden bir Rasûl gönderdi. (Şayet melekleri gönderseydi, sizler, onları görmeye tahammül edemezdiniz. Allah Teâlâ’nın buyurduğu gibi:

 

﴿وَقَالُواْ لَوْلا أُنزِلَ عَلَيْهِ مَلَكٌ وَلَوْ أَنزَلْنَا مَلَكاً لَّقُضِيَ الأمْرُ ثُمَّ لاَ يُنظَرُونَ {8} وَلَوْ جَعَلْنَاهُ مَلَكاً لَّجَعَلْنَاهُ رَجُلاً وَلَلَبَسْنَا عَلَيْهِم مَّا يَلْبِسُونَ

 

« Peygambere bari bir melek indirilseydi (de, onu gözlerimizle görüp senini kulaklarımızla işitseydik) demektedirler. Eğer bir melek indirseydik, iş bitirilir (helak olurlar, iman etmeleri de) beklenmezdi.

Eğer Peygamberi, biz bir melek yapsaydık, yine de onu bir adam sûretinde getirirdik ve onları, düştükleri şüpheye yine düşürürdük. » [128]

 

« Onu apaçık ufukta gördü »  Yani, Cibril Aleyhisselamı.

 

﴿وَلَقَدْ رَآهُ بِالْأُفُقِ الْمُبِينِ{23} وَمَا هُوَ عَلَى الْغَيْبِ بِضَنِينٍ

 

« O, gaybden verdiği bilgi yüzünden de suçlanamaz. » [129]

 

Başka bir okuyuşa göre ise; ilmi gizleyen, ancak ücret karşılığında ifade eden cimri manasındadır.

﴿وَمَا هُوَ بِقَوْلِ شَيْطَانٍ رَجِيمٍ

 

« Ve onun söylediği, kovulmuş şeytanın sözü de değildir. » [130]

 

Allah Azze ve Celle, tıpkı Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-' i şair ve kâhin olmasından tenzih ettiği gibi, Cibrîl -aleyhisselâm-' ı da şeytan olmasından tenzih etmiştir.

 

Muttaki olan Allah dostları, Muhammed -sallallahu aleyhi ve sellem-' e tâbi olan, O’nun emrettiklerini yapan, yasakladığından da kaçınanlardır. Onlara sünnet kıldığına tâbi olurlar. Meleklerini ve O’ndan bir ruh olduğunu teyid ederler. Allah, onların kalplerine nurlarından serpmiştir.

 

Allah’ın muttaki ve seçilmiş kullarına ikram ettiği kerametleri vardır. Onların kerametleri, dinde onların aleyhine hüccet veya müslümanların haceti içindir. Nebi’lerinin mucizeleri olduğu gibi.

 

Allah dostlarının kerametleri, ancak O’nun Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem-' e uymanın bereketiyle meydana gelmiştir. O ise hakikatte Rasûl -sallallahu aleyhi ve sellem-' in mucizelerine girer. Tıpkı ayın ikiye yarılması, elindeki taşın tesbih etmesi, ağacın kendisine gelmesi, bir kütüğün onu özlemesi, Mirac gecesi Beytul-Makdis’ten haber vermesi, olmuştan ve olacaktan haber vermesi, yüce bir Kitap’la gelmesi, az bir yemekle Hendek savaşındaki askerin doyup, ondan hiçbir şey eksilmemesi gibi bir çok defa yemek ve içeceğin fazlalaşması, meşhur Ummu Suleym hadisinde olduğu gibi Hayber savaşında azık olarak hazırlanan suyun kullanıldığı halde azalmaması, Tebuk yılı ordunun sayısı yaklaşık üç bin olmasına rağmen az bir yemekle kaplarının dolması ve eksilmemesi, parmaklarının arasından çeşitli defalar suyun çıkması, hatta beraberinde olan insanlara da yetmesi, Hudeybiyye savaşında sayıları yaklaşık bin dört yüz veya bin beş yüz olduğu halde bu suyun onlara yetmesi gibi ve daha nice mucizeler.

 

Yine Katade’nin gözü yanağına aktığında, Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-‘in duasıyla, eskisinden daha iyi bir şekilde geri yerine gelmişti.

Muhammed b. Esleme’yi, Ka’b b. Eşref’i öldürmeye gönderdiğinde ayağı kırılmış, Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-' de onun ayağını mübarek elleriyle sıvazlayarak ayağını iyileştirmesi…

 

Kızartılmış etten yüz otuz kişiye yedirmesi. Her bir ondan iki parça almış ve hepside doymuştu…

 

Yine Abdullah’ın (Ebu Cabir) bir yahudiye otuz vask[131] olan borcunu ödemesi. Câbir şöyle der: Kendisine âit olan hurmaların hepsini alacaklıya almasını emretti, fakat o kabul etmedi. Bunun üzerine Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- oraya gitti. Sonra da Câbir’e şöyle dedi: “ Ona ilave et.” Tam otuz vask idi. Üzerine on yedi vask daha ilave etti.

 

Bunun gibi misaller çoktur. Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-' den sâdır olan yaklaşık bin mucize topladım.

 

Sahâbenin, tâbiînin, ondan sonrakilerin ve diğer salihlerin kerametleri çoktur. Onlardan bazıları şunlardır:

 

Useyd b. Hudayr, Kehf suresini okuyordu. Gökyüzünden içinde lamba ışıklarına benzer şeylerin bulunduğu, güneşliğe benzer şeyler indi. Onlar, okumasını dinlemeye gelen meleklerdi.

Melekler, İmran b. Husayn’a selam verirlerdi.

 

Selmânul-Fârisî ve Ebud-Derda bir tabaktan yemek yiyorlardı. Tabak veya tabağın içindekiler tesbih etti.

 

Abbad b. Bişr ve Useyd b. Hudayr karanlık bir gecede Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-' in yanından çıkmışlardı. Kırbaç ucuna benzer bir ışık onların yolunu aydınlattı. Onların ayrıldıklarında ise, ışıkta onlarla birlikte ayrılmıştı. (Buhari ve başkaları rivayet etti)

 

Buhari ve Muslim’de gelen Ebu Bekir es-Sıddîk kıssası: Beraberinde üç misafiriyle beraber evine gitmişti. Yedikleri her lokma eskisinden daha fazla arttı. Hepsi doymuş ve yemekte öncesinden daha çok olmuştu. Ebu Bekir ve hanımı yemeğe bakmış, eskisinden daha çok olduğunu görmüşlerdi. Yemeği alıp Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-' e götürdüler. O’nun yanına yanına da bir çok kişi gelmiş ve yemekten yiyip hepsi de doymuşlardı.

 

Habib b. Adiyy, Mekke’de müşriklerin elinde esir olarak bulunuyordu. (Allah onu şereflendirerek) Mekke’de bulunmadığı halde onu üzüm ile rızıklandırdı. [132]

 

Âmir b. Fuheyra’nın  (şehid olarak öldürüldü) cesedini bulmaya çalışmışlar, fakat bulamamışlardı. Öldürüldüğünde cesedi yükseltilmişti. Âmir b. Tufeyl, onun cesedinin yükseltildiğini gördü. Urve şöyle dedi: Meleklerin, onun cesedini yükselttiğini gördüler.

 

Ummu Eymen, hiçbir yiyecek ve içeceği olmadığı hicret etmek üzere yola çıktı. Susuzluktan neredeyse ölmek üzereydi. Oruçlu olduğu halde iftar vakti yaklaşmıştı. Kafasının üzerinde bir ses işitti. Başını yukarı doğru kaldırdığında, beyaz iple asılı bir kırba gördü. Kanana kadar ondan içti. Geri kalan ömründe bir daha susamadı.

 

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-' in azatlı kölesi Sufeyne (gemisi fırtınaya uğrayarak parçalanmış ve onu bir sahile atmıştı. Orada bir  aslanla karşılaştı [133] ) Aslana, kendisinin Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem-' in azatlı kölesi olduğunu haber vermiş, aslanla beraber gidecekleri yere kadar yürüdüler.

 

Berâ b. Mâlik, Allah adına yemin ettiği zaman, Allah onun yeminini gerçekleştirirdi. Cihatta, savaş kızışınca, müslümanlar zor duruma düştüklerinde, Berâ’ya seslenerek şöyle derlerdi: “Ey Berâ! Rabbin adına yemin et.” Berâ’da şöyle derdi: “Ey Rabbim! Düşmanın hezimete uğraması için senin adına yemin ediyorum.” Bunun üzerine, düşman yenilgiye uğrardı. Kâdisiyye günü şöyle dedi: “ Ey Rabbim! Onların yenilgilerini bize ihsan etmen ve benim de ilk şehid olmam için senin adına yemin ediyorum.” Allah, onların yenilgilerini ihsan etti ve Berâ’da şehid oldu.

 

Hâlid b. Velid, çok iyi korunan bir kaleyi kuşatma altına almıştı. Kaledekiler dediler ki: Şu zehri içmedikçe sana teslim olmayız. Hâlid b. Velid o zehiri içmiş, ancak kendisine hiçbir zarar vermemişti.

 

Sa’d b. Ebi Vakkas’ın duası geri çevrilmezdi. Her ne dua etmiş ise hepsi kabul olunmuştu. Kisra ordusunu hezimete uğratan ve Irak’ı fetheden de O’dur.

 

Ömer b. Hattab, bir ordu göndermiş, bu ordunun başına da Sariye diye isimlendirilen birini komutan tayin etmişti. Ömer, hutbe verdiği bir esnada (minberin üzerindeyken) “Ya Sariye! Dağa, ya Sariye dağa” diye bağırdı. Ordusunun elçisi geldi ve ona şunu sordu. Dedi ki: Ey mü’minlerin emiri, düşmanla karşı karşıyaydık. Onlar bizi yeniyorlardı. Tam o esnada birinin bize “Ya Sariye dağa, ey Sariye dağa doğru” diye bağırdığını işittik. Bizlerde sırtımızı dağa yasladık. Allah da onları hezimete uğrattı.

 

Zennîra, müslüman olduğunda Allah yolunda işkenceye maruz kalmıştı. Buna rağmen dininden dönmemiş ve bu işkence sonucu gözleri kör olmuştu. Bunun üzerine müşrikler: Lat ve Uzza’nın azabı ona dokundu da kör oldu, dediler. Bu sözden sonra Allah, onun gözlerini geri eski haline getirdi.

 

Said b. Zeyd’in, Ervâ binti Hakem’e olan bedduası. Duası üzerine gözleri kör olmuştu. Üzerine yalan iftirada bulunduğunda şöyle dedi: “Allahım! Şayet yalancıysa gözlerini kör et ve onu kendi toprağımda öldür.” Bu bedduadan sonra, gözleri kör olmuş ve kendi topraklarında bulunan bir çukura düşerek orada ölmüştü.

 

A’lâ b. Hadrami (Bahreyn’de Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-' in işçisi idi) duasında şöyle derdi: “Ya Alîmu ya Halîm, ya Aliyyu ya Azîm” Bunun üzerine Allah onun duasını kabul ederdi.

 

Yanlarında içecek ve abdest suyu bulunmadığı bir zamanda Allah’a, kendilerine ve kendilerinden sonrakilere su ihsan etmesi için dua etmiş, Allah’ta duasına icabet etmişti.

Atlarıyla birlikte geçmelerine deniz geçit vermeyince, Allah’a dua etmiş, hepsi atlarıyla hiçbir zarar gelmeden  denizi geçmişlerdi.

 

Yine, öldüğü zaman cesedini görememeleri için Allah’a dua etmiş ve kıyıda onun cesedini görememişlerdi.

 

Aynı olay, denizde Ebu Muslim el-Havlani içinde ateşe atıldığı zaman cereyan etmişti. O ve beraberinde bulunan ordu Dicle nehrine yürümüştü. Dicle’nin suları yükselmiş, o da tahta atıyordu. Dicle’yi geçince arkadaşlarına şöyle dedi: “Eşyasından bir şey kaybedeniniz var mı? Onu göstermesi için Allah’a dua edeyim. Onlardan bazıları şöyle dediler: Atımın yem torbasını kaybettim. Ona “benimle gel” dedi. Onunla beraber gitti ve torbayı bir şeye takılı olarak buldu ve onu aldı.

 

Esved el-A’nesi, peygamberlik iddiasında bulunduğunda Ebul-Muslim el-Havlânî’ye şöyle demişti: Benim Allah’ın elçisi olduğuma şahitlik ediyor musun? O şöyle cevap verdi: “Seni duymuyorum. (Yani, senin Allah’ın elçisi olduğuna şahitlik etmiyorum.) Dedi ki: Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şahitlik ediyor musun? “Evet” dedi. Bunun üzerine bir ateş yakılıp içine atılmasını emretti. Onu ateşin içinde namaz kılarken buldular. Ateş, onun üzerine soğuk ve esenlik olmuştu.

 

Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-' in vefatından sonra Medine’ye gelmiş, Ömer onu kendisiyle Ebu Bekir’in (Allah onlardan razı olsun)  arasına oturtmuştu. Şöyle dedi: “Halilullah İbrahim’in yaptığı (ateşten kurtulduğu) gibi, Muhammed ümmetinden birini de ateşten kurtulduğunu, ölmeden bana gösteren Allah’a hamdolsun.

 

Cariyesi, yemeğine zehir koymuş, yediğinde ona hiçbir zarar vermemişti.  

Bir kadın, hanımıyla arasını bozdu. Kadına beddua etti ve gözleri kör oldu. Kadın günahından geri döndü ve tövbe etti. Ebul-Muslim el-Havlânî’de ona dua etti. Allah’ta onun gözlerini geri iade etti.

 

Âmir b. Abdu Kays, infak etmek için iki bin dirhem alır, yolda karşılaştığı her dilenciye saymaksızın verirdi. Sonra evine döndüğünde ise adedinden veya ağırlığından hiçbir şey eksilmezdi.

 

Bir keresinde, karşılarına aslan çıkmış ve bu yüzden ilerleyemeyen bir gurupla karşılaştı. Geldi ve elbisesiyle aslanın ağzına dokundu. Sonra ayağıyla aslanın boynuna basarak şöyle dedi: “Sen ancak Rahman’ın yarattığı aslanlardan bir aslansın. Ben ise, O’ndan başkasından korkmaya, Allah’tan utanırım.”

 

Kış günü temizlenmek için, kendisine kolaylık sağlasın diye Allah’a dua etmişti. Bunun üzerine kendisine sıcak su ihsan edildi.

Namazdayken, şeytanın kalbini meşgul etmesini yasaklaması için dua etmiş, şeytan da buna güç yetirememişti.

 

Hasanul-Basri, Haccac’dan kaçmıştı. Onu bulmak için evine altı sefer gelmişler, Allah Azze ve Celle’ye dua etmiş ve onu görememişlerdi.

 

Kendisine eziyet eden bazı haricilere beddua etmiş, o da ölü olarak yere kapanmıştı.

 

Sıla b. Uşeym’in savaş esnasında atı öldü. Dedi ki: “Allahım, beni kimseye minnet ettirme.” Allah’a dua etti. Allah’ta onun atını diriltti. Evine ulaştığında şöyle dedi: “Ey oğlum, atın eğerini al, zira o çıplaktır. Eğerini aldı, at da oracıkta öldü.

 

Bir gün evinden yiyecek bir şeyler bulmak için çıkmış ama bir şey bulamamıştı. Allah’a dua etti. Allah’ta ona doyurdu. İpek bir kumaşın içinde taze hurma salkımı beliriverdi. Hurmayı yedi, kumaşta hanımının yanında bir müddet kaldı.

 

Sıkı ağaçlıklı, çok büyük bir ormanda geceleyin namaz kılarken, yanına bir aslan çıkageldi. Selam verip namazını bitirdiğinde ona şöyle dedi: “Git rızkını başka yerde ara.” Aslan da kükreyerek arkasını dönüp çekip gitti.

 

Said b. Museyyib, sıcak günlerde, namaz vakitlerinde, kimsenin olmadığı ve mescidin boş olduğu bir zamanda, Nebi –-sallallahu aleyhi ve sellem-' in kabrinden gelen ezan sesini dinlerdi.

 

Nehâî kabilesinden birinin, bir eşeği vardı. Eşeği yolda öldü. Arkadaşları ona: “Eşyalarını bizim hayvanlarımıza dağıtalım,” dediler. Onlara şöyle dedi: “Bana biraz mühlet verin. Sonra güzelce bir abdest aldı. İki rekat namaz kıldı ve Allah’a dua etti. Allah’ta onun eşeğini diriltti. Eşyalarını da tekrar onun üzerine taşıdı.

 

Uveys el-Karânî vefat ettiğinde, elbisesinin içinde daha önceden olmayan kefenini ve bir kayanın içine kazılmış mezarını hazır buldular. Onu, o kefenle kefenlediler ve o kazılı buldukları kabre defnettiler.

 

Amr b. Utbe b. Ferkad çok sıcak bir günde namaz kılarken, bir bulut onun üzerini gölgeledi.

 

Arkadaşlarının hayvanlarına çobanlık yaparken, vahşi hayvanlar onu korurdu. Çünkü o, savaşta arkadaşlarına hizmet etmeyi şart koşmuştu.

 

Mutarraf b. Abdullah b. Eş-Şehhir evine girdiği zaman, onunla beraber kapları da “Subhânallah” diyerek Allah’ı tenzih ederlerdi.

 

O ve arkadaşları, karanlık bir gecede yürürlerken onların yolunu kırbaç ucuna benzer bir ışık aydınlattı.

 

El-Ehnaf b. Kays öldüğünde, onu defnederlerken bir adamın takkesi kabrine düştü. Adam takkesinin almak için kabre indiğinde, kabrin göz alabildiğine genişlediğini gördü.

 

İbrahim et-Teymî bir iki ay hiçbir şey yemden dururdu. Ailesine yiyecek bulmak için çıkar, fakat hiçbir şey bulamadan evine geri dönerdi.

Toprağı kırmızı bir araziden geçerken, oradan biraz toprak aldı. Ailesine dönüp açtıklarında onun kırmızı bir buğdaya dönüştüğünü gördüler. Onu ektiklerinde kökünden ucuna kadar sık taneli buğday olurdu.

 

Utbetul-Ğulâm Allah’tan üç şey istedi: Güzel bir ses, çokça gözyaşı ve kendini zorlamadan elde edilen rızık. Kur’ân okuduğu zaman ağlar ve ağlatırdı. Gözyaşları sel olup akardı. Evine döndüğünde yemeğini hazır bulur, nereden geldiğini kendisi de bilmezdi.

 

Abdulvâhid b. Zeyd felç olmuştu. Abdest alacağı zaman, abdest uzuvlarının çözülmesi için Allah’a dua etti. Abdest alacağı zaman, abdest uzuvları çözülür, sonra da yine eski felçli haline geri dönerdi.

 

Bu, çok geniş bir konudur. Allah dostlarının kerametlerini, başka bir yerde geniş bir şekilde ele alınmıştır.

 

Bizim şahit olduğumuz ve bu zamanda kerametlerini bildiğimiz pek çok kişi vardır. Bilinmesi gerekir ki kerametler, insanın ihtiyacı nispetinde ortaya çıkar. Şayet imanı zayıf ve muhtaç olan birisi buna ihtiyaç hissederse, onun ihtiyacını gidermek ve imanının kuvvetlendirmek için verilir. Allah’a olan dostluğunda daha yüce ve daha kâmil olan birinin buna ihtiyacı yoktur. Derecesinin yüksekliliğinden ona bu tür şeyler gerekmez. Bu ise, onun dostluğunun noksanlığından kaynaklanan bir şey değildir. Bunun içindir ki, bu tür şeyler sahabeden çok, tabiinde vuku bulmuştur. Bu ise, olağanüstü olaylarla insanların hidayetine vesile olan yada onların hacetlerini gideren kimselerin hilafınadır. Bunlar derece olarak çok yücedirler.

 

Bu ise, şeytânî hallerin zıttınadır. Tıpkı Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- zamanında vuku bulan Abdullah b. Sayyad’ın durumu gibi. Bazı sahabiler onu Deccal zannetmişlerdi. Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- ise onun Deccal olmadığı kendisine kesin belli olana kadar bir şey demedi. Fakat o, kâhin-falcı cinsindendi. Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- ona şöyle dedi: “Senin için bir şey gizledim” Dedi ki: “Duh duh”  Onun için Duhan suresini gizlemişti. Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- ona şöyle dedi: “Defol git, sen ancak kâhinlerin kardeşlerinden birisisin.” [134]

 

Şeytan, kâhin-falcıyla beraberdir. Semadan çaldığı gaibî haberleri onlara haber verir. Buhari’nin sahih bir hadiste belirttiği gibi yalanı doğruya katar. Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurur: “Melekler, bulutlara inerek semada emre bağlanan şeyleri zikrederler. Şeytanlarda o haberleri kulak hırsızlığı yaparak kâhinlere vahyederler. Bir doğruya yüz yalan katarlar.” [135]

      

Muslim’in İbnu Abbas’tan –Allah O’ndan ve babasından razı olsun- rivayet ettiği hadiste o şöyle dedi: Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem-' in yanında ensardan bir topluluğun yanında bulunuyordu. O esnada bir yıldız parlayarak kayıverdi. Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu: “Cahiliyede böyle bir olay gördüğünüzde ne derdiniz?”  Bizler, büyük bir şahıs öldü veya büyük bir şahıs doğdu, derdik. Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu: “Muhakkak ki yıldızlar, bir kimsenin doğumuyla  yada ölümüyle kaymazlar. Fakat, Rabbimiz Tebâreke ve Teâlâ bir iş emrettiği zaman, Arş’ın taşıyıcıları (melekler) tesbih ederler. Ondan sonra gelen sema ehli ve ondan sonra gelenler tesbih ederler. Tâki bu tesbih etme dünya seması ehline kadar ulaşır. Sonra yedinci sema ehli Arş’ın taşıyıcılarına “Rabbimiz ne buyurdu?” diye sorarlar. Onlar da haber verirler. Sonra da her sema ehline haber verirler. Tâki haber dünya seması ehline ulaşana kadar bu haber verme olayı devam eder. Bu esnada şeytanlar, kulak hırsızlığı yaparak bu haberlerden bir şeyler kapmaya çalışırlar. Bu hırsızlık esnasında da yıldızlarla taşlanırlar. Bu haberleri kendi dostlarına iletirler. Karşılaştıkları bu haberler haktır, fakat onlar, bu haberler üzerine yalan haberler ilave ederler.”

 

Başka bir rivayette Ma’mer şöyle dedi: Zühri’ye şöyle dedim: Cahiliyede yıldızlarla şeytanlar taşlanıyor muydu? Dedi ki: Evet. Fakat Nebi -sallallahu aleyhi ve sellem- gönderildiğinde bu olay yoğun bir şekilde oldu.

 

Peygamberlik iddiasında bulunan Esvedul-Anesi’nin gâibî olayları kendisine haber veren şeytanları vardı. Müslümanlarla onunla savaştıklarında, onun hakkında konuştuklarını ona haber verirler diye, şeytanlardan çekiniyorlardı. Şeytanlar ona yardım etmişti. Sonunda Müslümanlar onu öldürdüler.

Museylemetul-Kezzab’ın da gâibî haberleri ona bildiren ve bazı işlerinde ona yardım eden şeytanları vardı.

 

Bunların misalleri çoktur. Tıpkı Abdulmelik b. Mervan zamanında, Şam’da ortaya çıkan ve peygamberlik iddia eden Hâris ed-Dimeşkî gibi. Şeytanlar, ayaklarını prangadan çıkarıyor ve kurşunun isabet etmesini engelliyordu. Mermerlere eliyle dokunduğu zaman mermerler tesbih ederdi. Kasiyan dağında, insanlar havada atlı ve yürüyen kimseler görürlerdi. O ise, cin oldukları halde, onların melekler olduklarını söylerdi. Müslümanlar onu öldürmek için yakaladıkları zaman, birisi ona mızrağını saplamış fakat tesir etmemişti. Abdulmelik ona şöyle dedi: Sen Allah’ın adını anmadın. Allah’ın adını zikretti ve mızrağı saplayıp onu öldürdü.

 

Şeytânî haller içerisinde bulunanlar işte böyledir. Şeytanları, onların yanında Allah’ın adı anıldığı zaman çeker giderler. Tıpkı Âyetel-Kursî okunduğu zaman olduğu gibi.

 



[1] Tevbe Sûresi: 26

[2] Tevbe Sûresi: 40

[3] Âl-i İmran Sûresi: 124-125

[4] Muslim: 2545

[5] Şuarâ Sûresi: 221-222

[6] En’âm Sûresi: 121

[7] “Şey” kelimesi sözlükte; mevcût (var olan) ve tasavvur edilen (gözünde canlandırılan) ve kendisinden haber verilen, manalarına gelir. (Mütercim)

[8] Nisa Sûresi: 13-14

[9] Kalem Sûresi: 35-36

[10] Sâ’d Sûresi: 28

[11] Câsiye Sûresi: 21

[12] Ğafir (Mü’min) Sûresi: 58

[13] Mâide Sûresi: 51

[14] Mumtehine Sûresi: 4

[15] Şuarâ Sûresi: 75-77

[16] Mücadele Sûresi: 22

[17] Hadid Sûresi: 1

[18] Hadid Sûresi: 2-3

[19] Sahihi Muslim: 2713, Ebu Davud: 5051.

[20] Hadid Sûresi: 4

[21] Tevbe Sûresi: 119

[22] Fetih Sûresi: 29

[23] Enfal Sûresi: 75

[24] Mücadele Sûresi: 7

[25] Nahl Sûresi: 128

[26] Tâhâ Sûresi: 46

[27] Tevbe Sûresi: 40

[28] Zuhruf Sûresi: 84

[29] Rûm Sûresi: 27

[30] En’âm Sûresi: 3

[31] İhlas Sûresi

[32] A’râf Sûresi: 54

[33] Nisa Sûresi: 48, 116

[34] Bakara Sûresi: 165

[35] Furkan Sûresi: 68-70

[36] İsrâ Sûresi: 38

[37] Nur Sûresi: 31

[38] Buhari: 6307

[39] Muslim: 2702

[40] Ebu Davud: 1516, Tirmizi: 3430, İbnu Mace: 3814. İsnadı Sahihtir.

[41] Muslim: 591

[42] Âl-i İmran Sûresi: 17

[43] Bakara Sûresi: 198-199

[44] Tevbe Sûresi: 117-118

[45] Buhari: 794, Muslim: 484

[46] Buhari: 6398, Muslim: 2719.

[47] Buhari: 834, Muslim: 2705.

[48] Ahmed Musned’inde: 9,10 ve 14, Buhari Edebul-Mufred’inde: 1202,1203, Tirmizi:   3389

[49] Ahzab Sûresi: 72-73

[50] Âl-i İmran Sûresi: 133-135.

[51] En’am Sûresi: 148.

[52] En’âm Sûresi: 148-149.

[53] Sâd Sûresi: 28.

[54] Kalem Sûresi: 35.

[55] Câsiye Sûresi: 21.

[56] Mu’minun Sûresi: 115.

[57] Kıyamet Sûresi: 36.

[58] Tâhâ Sûresi: 121

[59] Buhari: 3409, Muslim: 2652.

[60] A’râf Sûresi: 23

[61] Mu’min Sûresi: 55

[62] Teğâbun Sûresi: 11

[63] Buhari: 6306.

[64] Ebu Davud: 3573, Tirmizi: 1322. Sahih bir hadistir. El-Elbani: El-İrva’sında: 2614.

[65] Buhari: 2458, Muslim: 1713.

[66] Buhari: 73, Muslim: 2380.

[67] Muslim: 1812.

[68] En’âm Sûresi: 125.

[69] Hûd Sûresi: 34.

[70] Râd Sûresi: 11.

[71] Bakara Sûresi: 185.

[72] Mâide Sûresi: 6.

[73] Nisâ Sûresi: 26-28.

[74] Ahzâb Sûresi: 33

[75] Nahl Sûresi: 40

[76] Kamer Sûresi: 50

[77] Yûnus Sûresi: 24

[78] Nahl Sûresi: 90

[79] Nisâ Sûresi: 58

[80] Bakara Sûresi: 102

[81] Şura Sûresi: 21

[82] Ahzâb Sûresi: 45-46

[83] Nisâ Sûresi: 64

[84] Haşr Sûresi: 5

[85] Fussilet Sûresi: 12

[86] Bakara Sûresi: 117

[87] İsrâ Sûresi: 23

[88] Yûnus Sûresi: 18

[89] Şuarâ Sûresi: 75-77

[90] Mumtehine Sûresi: 4

[91] Kâfirûn Sûresi

[92] Yûnus Sûresi: 41

[93] İsra Sûresi: 23

[94] İsra Sûresi: 5

[95] Cum’a Sûresi: 2

[96] Nahl Sûresi: 36

[97] Meryem Sûresi: 83

[98] Furkân Sûresi: 48

[99] Ahzâb Sûresi: 45

[100] Nûh Sûresi: 1

[101] Muzzemmil Sûresi: 15

[102] Hacc Sûresi: 75

[103] Kasas Sûresi: 41

[104] Mâide Sûresi: 48

[105] İslam öncesi Arapların bâtıl inanç ve âdetlerinden biri de bazı sebep ve bahanelerle birtakım hayvanları putlara kurban etmeleri, onları putlar adına serbest bırakmaları idi. Bu cümleden olarak beş kere doğuran ve beşinci yavrusu dişi olan deveye “bahîra” denir, kulağı çentilir, sağılmaz, sütü putlara bırakılırdı. Put namına serbest bırakılan ve sütünden yalnızca misafirlerin faydalandığı develere “sâibe” denirdi. Biri erkek, diğeri dişi olmak üzere ikiz doğuran koyun veya deveye “vasîle” derler, erkek yavruyu puta kurban ederlerdi. On nesli dölleyen erkek deveye “hâm” denir, o da serbest bırakılırdı. (Mütercim)  

[106] Mâide Sûresi: 103

[107] Kasas Sûresi: 12

[108] Mâide Sûresi: 26

[109] Mâide Sûresi: 3

[110] Nisâ Sûresi: 23

[111] Tahrîm Sûresi: 12

[112] Bu lafızda gelen rivayeti Malik (2/950) rivayet etmiştir. Tirmizi Deavat’da: 3519. Ebu Davud: 3893. Abdullah b. Amr hadisinden. 

[113] Muslim: 2708

[114] Mâlik, Muvatta’sında: 2/950  

[115] Mücâdele Sûresi: 22

[116] Enfâl Sûresi: 12

[117] En’âm Sûresi: 121

[118] En’âm Sûresi: 112

[119] Şuara Sûresi: 221-227

[120] Hâkka Sûresi: 38-52

[121] Tûr Sûresi: 29-34

[122] Hacc Sûresi: 75

[123] Şuara Sûresi: 192-195

[124] Bakara Sûresi: 97

[125] Nahl Sûresi: 98-102

[126] Tekvir Sûresi: 15-16

[127] Tekvir Sûresi: 15-22

[128] En’âm Sûresi: 8-9

[129] Tekvir Sûresi:  23-24

[130] Tekvir Sûresi:  25

[131] Vask: Bir ölçü birimidir. 1 vask = 60 sa’ ,    1 sa’ = 2,917 kg’dır.

[132] Buhari: Cihad, 3045

[133] Abdurrezzak Musannef’inde: 20544

[134] Buhari: Cenaze, 1354    Müslim: 2930

[135] Buhari: 3210  Müslim: 2228

 
Rasulallah s.a.v şöyle buyuruyor: Herkim hakkında emrimiz olmayan bir amel ile amel ederse,Reddolunmustur.'' ( MÜSLİM )  
 

GOOGLE SITE

 
Rasulallah s.a.v Veda Haccında Fetva.  
  Abdullah ibn Amr ibn As (R)'tan (o şöyle demiştir): Rasûlullah (S) Veda haccında, insanlar sorup öğrensinler diye, Minâ'da durdu. Yanına biri gelip:

- Bilemedim de kurbân kesmeden önce tıraş oldum, dedi. Rasûlullah:

- Kurbânını kes, günâhı yok, buyurdu. Diğeri gelip:

- Bilemedim de taş atmadan evvel kurbân kestim, dedi.

- Taşı at, günâhı yok, buyurdu.

Peygamber'e (o gün taş atmak, kurbân kesmek, tıraş olmak, ta­vaf etmek gibi hacc işlerinden) öne geçirilmiş veya geriye bırakılmış hiçbir şey sorulmadı ki, cevâbında: "Yap, günâhı yok" buyurmasın[BUHARİ]

ACIKLAMA : Hacc menseklerinin -ki taş atmak, kurbân kesmek, tıraş olmak ve ifâza tavafı yapmaktır- tertîb üzere edası sünnet midir, yoksa vâcib midir?

İmâm Şafiî ile İmâm Ahmed ibn Hanbel ve daha evvelki imamlardan Ata', Tavus, Mucâhid tertibin sünnetliğine kaail olup, menseklerin hangisi evvel ya­pılsa, te'hîr edildiğinden dolayı keffâret olan kan akıtmak lâzım gelmez, demiş­lerdir. Dayanakları da bu hadîs ile benzeri diğer hadîslerdir. İmâm Ebû Hanîfe ile İmâm Mâlik ve kendilerinden evvel gelen imamlardan Saîd ibn Cubeyr, Hasen Basrî, İbrâhîm Nahaî, Katâde tertibin vücûbuna, ve tertibi bozanlara kan akıtma keffâretf lâzım geleceğine kaail olmuşlardır. Her iki taraf delillerinin tafsîli, fıkıh kitâblarındadır (Ahmed Naîm).

 
İstediğiniz Sureyi Secip Dinliye Bilirsiniz  
   
MoDayMıŞ  
  Eşarbı vakkodan alınmış bone
İnanması çok zor ALLAH'IM bu ne
Altında pantolon modaymış gene
Giyinmek manası örtünmek inan
Bu fetvayı kimden aldın Müslüman?
Kısa pardösüler dizden yukarı
Renk renk başörtüler kırmızı sarı
Yüz metre öteden parlar jakarı
İslami kıyafet bu değil inan
Bu fetvayı kimden aldın Müslüman?
Daracık pardösü yırtmaç yarısı
Tamamen ortada vücut yarısı
Başları döndürür parfüm kokusu
İnsanın ziyneti hayadır inan
Bu fetvayı kimden aldın Müslüman?

Ten rengi çoraplar görmez setreni
Modada geçecek alman Ketreni
Eli kolu kuyumcu vitrini
İslami yaşayış bu değil inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Moda diye bizi soydular
Örtümüzü alıp bir kenara koydular
Bizi öyle görüp sevinç duydular
Bizim dinimizde bu yoktur inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Modern Müslüman'ın işi pratik
Evinde eşyası hep otomatik
Dokun parmağını bütün işler bitik
Bu rahatlık bizi bizden aldı Müslüman
Sadece mutluluk bu değil inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Sabah gezmesinde kahveler fallar
Çarsı pazarlarda aşındı yollar
Oğlum kızım diye yığıldı mallar
Hayatın gayesi bu değil inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Kimisi avamdan kimisi derviş
Gözleri sürmeli topuk bir karış
Modern Müslümanlar böyle giyermiş
İslam'ın özünde bu yoktur inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Üstünde pantolon kılarsın namaz
Ne olur sözümü dinlesen biraz
Rasulullah seni böyle tanımaz
Sünneti yaşamış olmazsın inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Zamanı çaldı dizi filmler
Rafları süsledi cilt cilt ilimler
Bizi görse kahrolurdu alimler
İslami yaşayış bu değil inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Süslenir püslenir gezer düğünde
Yeri baş köşedir paralı günde
Allah için nefes tüket bir günde
İslami yaşayış bu değil inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Bir de deriz Müslüman'ız hepimiz
Kötülük düşünmem, kalbimiz temiz
Namaz borcumuzdur elbet bir gün öderiz
Gerçek Müslümanlık bu değil inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Sen böyle değildin ne oldu sana
Kaygı duymuyorsun dininden yana
Sıyrıldın özünden döndün yabana
Gerçek hassasiyet bu değil inan
Bu fetvayı nerden aldın Müslüman?

Sormayın dertliyim bunlardan yana
Şanlı tarihine dönüp bir baksana
Üzülmez mi görse Fatıma ana
Allah seni konu yaptı Kurân'a
Nur suresinde geçiyor inan
Neden açıp okumuyorsun Müslüman
 
Bugün 26 ziyaretçi (41 klik) kişi burdaydı!
HAMD--ALEMLERİN---RABBİ----OLAN---ALLAH'ADIR
SALAT---ve---SELAM
ALLAH'IN---KULU--ve---RASULU---OLAN
MUHAMMED'E--(S.A.V)---ve---SEREFLİ---ASHABIN'A----OLSUN

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol